24 Aralık 2014 Çarşamba

Ortadoğulu Anneyi Emzirirken Gördüm

Cismimi işgal eden çaresizlikten
Bi' bebeğin emzirilme süresince
Kaçıp saklanmak
Dünyanın en ıslatılmış çölüne
Öyle inanıyorum ki, çözüm olacak
Ortadoğu'nun kanla benim Ortadoğu'yla ritüelime

Unutulacak bi' kahramanın
En dehşetli mırıldandığı son eylem anında
Hırkamdan bi' kalkan dövüyorum varoluşuma
Bu iplik paslanmaz
İnancın ruhunda

Bi' müddet
Durup ya da duraksayıp kesin düşüneceğiz
Derinliğini çukurun üstündeki ağırlığı
İlk toprağı kimin attığını
İlk bombayı kimin patlattığını
BİR vakit geldiğinde
Birliğine şahit tutacağız adaletini

kirve

22 Aralık 2014 Pazartesi

Dünyalı

bu dünyaya inanın
ama inanın dediysem
dönüşüne değil mesela
atan kalbinize inanın
bir sosyalist gibi atmalı kalbiniz
siyaset bulaştırdım mı acaba bu şiire?
oysa kirlenmemeli bir şiir.
ancak şiirdir Allaha inanmayan o güzel kızdaki kırmızı
beyaz
halbuki elinizde tuttuğunuz kuş evrenseldi
ve zeytin dalı
kendinizi kandırmayınız efendim
efendim dediysem önünüzde başımızı eğeriz sanmayın
kibar olmak bir marifettir efendim
ve eğer sahnede varsa bir silah
o silah ikinci perdede mutlaka patlar efendim,
efendim?
bir şey dediniz sandım.
ve  eğer beni tanıyorsanız bilirsiniz tehditler savurmayacağımı
çünkü küçüksem mesela
büyümemişsem hala.
ama yinede nereden bilecekler efendim
benim soğukta elleri titreyen bir suriyeli çocuk için atan kalbimi
savaş efendim,
Kalbinizi acıtmıyorsa
siz dünyanın dönüşüne inanın
ışıklar söner ve perde kapanır.
hikayeler hep trenle başlar efendim
ama bu bir şiirdir.

kara kedi

19 Aralık 2014 Cuma

Toprak... Hiç bu kadar utanmamıştı...

Çift yazılır alnımıza kaderin silüetinden çıkan şerh
Çift yazılır bir ailenin pasif laneti
Çift yazılır yazılmasına, ama
İzin vermez iri adam
Kahpe lanetine ailesinin

Paytak paytak yürüyen cüzzamlı ağababalarının
Saklamaya çalışması kokuşmuş benliğini
Toprak...hiç bu kadar utanmamıştı...
İşte o an beliriverir yüzlerdeki o anlamsız sözler

Ve, son olarak
Mavi bir kor hayal eder insanoğlu
Yaldızlı gökyüzü eşliğinde

santo

-Her şey yarım kaldı.

-Her şey yarım kaldı.
-Hiç bir şey tam olmadı ki zaten.
-Hayat bize yanlış yaptı.
-Bize en büyük yanlışı neşet ertaş yaptı.
-şuramda bişeyler var ya.böyle derin bir şey.Tam olarak anlatamıyorum.
-anlıyorum ben.bana da oluyor bazen.
-sana da mı oluyor?
-oluyor valla.
-iyi lan inandık.
-İnsan olan herkese olur o.gerçekten insan olan herkese.
-İnsanım lan ben.
-İnsansın tabii oglum.
-İnsanım lan insan.Hüzünlü adamlarız biz.
-Hüznüne sokayım.Al bir şiir oku.Adam bu havalar için yazmış.Okuduktan sonrada  yat ve uyu benim hüzünlü fahişem.



Bu karanlık, bu uzun kış gecelerinde...
Soğuk, buzdan bir perdeyle süslerken camı,
Dolaşırken birçok siyah gölge odamı,
Damarımda kurşunlaşıp donarken kanım;
Yine seni düşünmekle geçer zamanım...
Bu kimsesiz... Bu mahzun kış gecelerinde...

Serpilirken pencereme avuç avuç kar...
İçerimde hicranlardan bir nehir akar...
Karların da lambam gibi rengi sarıdır...
Onlar yırtık bir mektubun parçalarıdır:
Rüzgar, sana yazdığımı geri getirdi...
Pencereden dondurucu bir nefes girdi...

Rüzgar yaptı her çatıda ayrı bir makam...
Yine senin hayalini gördüm bu akşam...
Hançeremden alev gibi çıktı bu çığlık:
-Git istemem! .. Git istemem! .. Çık odamdan çık! ..
Ah! .. Ne dedim? . Hayır gitme.. Hayır gitme... Gel! ..
Ben git dedim, dedim ama sen işitme... Gel! ..

Sensin beni en onulmaz yerimden vuran,
Fakat sensin yine boş ömrü dolduran...
Bu çılgının senden başka muini var mı? ..
Gitme... Beni senden başka kimse anlar mı? ..
Gözlerimi sen ki başka bir ufka açtın...
Nerdesin ya? .. Nerdesin ya? .. Ah neden kaçtın? ..

Yapyalnızım... Etrafımda yok senden bir iz...
Odam sessiz... Dışarda yağan kar sessiz...
Bu geceler dayanılır gibi değil ki...
Ey şimdi bu satırları okuyan bil ki:
Istıraplar yüz katlı kış gecelerinde...

Fakat kızgın yanardağlar çıksa bağrımda,
Senin için ben her derde katlanırım da
Derim ki: 'Bu gecelerin ızdırabiyle,
Ben ağlasam, harap olsam, çıldırsam bile;
Sen ateşli vücudunla ısınan rahat,
Yatağında bir rahibe saffetiyle yat...
Yat ve uyu! .. Bu tatlı kış gecelerinde...
Sabahattin Ali
kara kedi

14 Aralık 2014 Pazar

Hesabım Kalmasın Mahşere


Bilmeyerek yapmış olması ne yaptığı hatayı hafifletiyordu ne de Alper’in kırılan kalbinin acısını dindiriyordu. Alper’in kalbi kırılmıştı ve biz kırılan bütün kalplerin hesabını sormaya gelmiştik. Herkesin zayıf olduğu bir noktası vardır. Ve Alper bu noktadan vurulmuştu.

Alper. Can'dan  olma, Rahime'den doğma. Yolda yürürken gördüğünüz elleri ceplerinde dolaşan hüzünlü delikanlı. Biz. Kalbi kırılan insanlar için toplanan birkaç genç. İntikam amaçlı. Herhangi bir kar amacımız yok. Ve bizden kimsenin haberi yok.

Alper bizim yakın arkadaşlarımızdan biri. Pek konuşmuyor. Konuşmamayı tercih ediyor. Onu bu yüzden sorgulamıyoruz. Buna hakkımız yok.

Alper'in neler yaşayarak bu yaşa geldiğini çok geç öğrendik. Sürekli annesinin babasını, yada babasının annesini öldüreceği düşüncesiyle büyümüş. Evden gitmek istemiş yapamamış. Çünkü bazı sorumluluklar alabilmek için ayaklarınızın üzerinde durabilmeniz gerekir. Alper o gücü hissetmemiş kendinde. Sonra annesi de ölmüş babası da. Ölüm,kaçınılmaz son.

Biz de çok sıkıntı çekerek geldik bu yaşa. Biz.yani kırılan kalplerin hesabını sormak için toplanan gençler. Aslında biz aynı mahallede büyüyen,beraber futbol oynayan, mahalle maçı yapan çocuklarız.bir şeyler için mücadeleye etmeyi o yaşlarda öğrendik. Birbirimiz için mücadele etmeyide. Hesap sormaya karar verişimiz de o yıllara dayanıyor. Fırat'a karne hediyesi olarak top almıştı babası. Fırat da bizi topuyla oynatır, maçları onun topuyla yapmamıza izin verirdi. Biz de mahalle maçlarından önce antrenman yapardık. Kazanmak için çalışmak gerektiğini de o yaşlarda öğrendik. Ama o zaman 30 yaşında olan Aykut (o zamanlar Aykut abi derdik çünkü henüz bizim kalbimizi kırmamıştı. Kalbinizi kıran birine saygı göstermeyiniz!)  topumuzu patlattı mahallede ses yapıyoruz diye. Ve Fırat'ın kalbi  kırıldı. Ağladı. Bizde o gün söz verdik birbirimize,  kırılan bütün kalplerin hesabını soracağız diye.

Oturmuş beraber çay içiyorduk. Gidesim var dedi Alper. Farklı yerlere, farklı ülkelere. Gezmek istiyorum fakat bunları yapabilmem için para gerek dedi. Para.İnsanoğlunun en boktan buluşu. Takas en iyisiydi. Şaşırtıyordu bizi bugün. Böyle içini dökmesine bizimle uzun uzun konuşmasına alışkın değildik. Ama hoşumuza gidiyordu onun konuşması.O konuşsun diye biz susuyor, susacağını anladığımızda sorular sorup konuşmasını sağlamaya çalışıyorduk. Sonra birden durdu. Sanki bir şey bulmuştu. Bir şey icat etmişti. Daha önce kimsenin düşünmediği bir şey düşünmüştü sanki. Biz dedi niye yaşıyoruz? Neden geldik dünyaya? Neden kimse yaşamak isteyip istemediğimizi sormadı? Ölünce her şey bitiyor mu?

Bitiyor ya da bitmiyor onu bilemiyoruz Alper. Çünkü hiç ölmedik. Hiç yaşamadığı bir durumun neler getirdiğini nasıl bilebilir kı insan? Bilemiyor Alper.

Sen çok konuşmazdın noldu sana? Gezmek mi istiyorsun. Gezemezsin. Çünkü paran yok Alper. Burda böyle geçmek zorunda hayatın. Elinden ne gelir ki. Hiç bir şey. Ellerini ceplerine sokup yürümekten başka ne gelirki elinden. Bunları düşündüğünü bilmiyorduk. Biz bunları yıllardır düşünüyoruz Alper ama cevabını bulamadık. Hala düşünüyoruz. Ama cevabı olmayan sorular bunlar sanırım Alper. Annen ya da baban geri gelseydi onlara sorardın ölümün nasıl bir şey olduğunu.

İşte bu zayıf noktasıydı Alper'in. Bu işte ustalaşmıştık artık. Alper'in kalbi kırılmıştı bunu rahatlıkla anladık. Ve buna neden olan bizden biriydi. Farkında değildi kalp kırdığının. Ama bu neyi değiştirirdi ki?
İnsandan önemli hiçbir şey yoktur dünyada. Ve onun kalbini kırmak kadar da kötüsü yoktur.  Bilmeyerek yapılsa bile. Dikkatli olmak gerek. Tıpkı karşıdan karşıya geçerken olduğu gibi. Ama intikam almak bir çeşit cezaydı.

Fırat'tı Alper'in canını acıtan. Yola beraber başkoyduğumuz Fırat. Ondan nasıl intikam alacaktık? Çok düşündük ve onu çocukluk günleriyle vurmaya karar verdik. Aykut'u gidip bulduk. Çıkardık Fırat'ın karşısına.
-Ben Aykut abin
-Abim  değilsin sen benim. İnsan hayatının en güzel, en saf, en temiz zamanlarını hatırlatıyorsun bana. Bu özlem başımı ağrıtıyor, kalbimi acıtıyor.

Aykut'un Fırat'a çocukluk günlerini özleteceğini biliyorduk. Böylelikle Fırat'a da yaptığı yanlışın cezasını ödetmiş olduk.



kara kedi

3 Aralık 2014 Çarşamba

Bu Da Böyle Bi' Anımdır

-Buyrun!
-Ya benim midem bulanıyor da, sence ne alayım?
-Çubuk krakerler şu tarafta.
-Heh, peki. ise yarar mi yani geçer mi bulantı?
-Geçer geçer.
-Ne kadar bu?
-25 kuruş.
-Şurdan alır mısın?
-Alırım, alayım. (...) para üstünüz...
-Heh, sağolun iyi günler.
-Size de.

.
.
.


-Efendim hacı. İşteyim. Yedi sekiz gibi çıkıyorum iste. Orda napcanız? Ne maçı la? Olum koyarlar bize ya.  Bilmiyorum ya çok gelesim yok benim şimdi zaten tekim dükkanda. Haber veririm size ben. Arif abi yok şu an gelsin de bir. Para ne kadar var sizde? Ya benim sıkıntı da biraz, yani yirmi lira falan var. Sen bana versen ben haftalığı alınca versem sana? Eyvallah hacı. La müşteri geliyor, ben Arif abi gelsin çıkarım. Verir verir. Hadi Allah'a emanet.
-Bakar mısınız?
-Buyrun?
-Bu sütlerin tarihi geçmiş midir?
-Zannetmem, üzerine bakarsanız anlarız.
-Okuyamadım ya. Bir de siz bakar mısınız?
-Bakayım. ... 3 günü var bunun.
-Tamam, ne kadar bu?
-2.50
-Şuraya bıraktım.
-Sağolun.

.
.
.

-Oğlum önemli bişey var mı?
-Algida geldi abi. Mal bıraktı. Ödeme yapmadım.
-Bişey dedi mi?
-Selami var.
-Aleyküm selam.
-Abi bir de beni bugün biraz erken salsana?
-Hayırdır?
-İstanbul tarafına geçicem abi.
-Noldu lan, sevgilin mi aradı?
-Yok abi ne sevgilisi, etrafımda kız yok benim.
-Hadi len, Turgut'un oğlusun sen. Senin olmayacak da benim olacak. Şerefsiz seni.
-...
-Neyse Ferdi, ben arkadayım. İstediğinde çık sen. Yarim saat önce uyandır beni.
-Abi hiç yatma istersen.
-Ne o lan, hemen mi çıkcan?
-Çıkmayım mı?
-Çık hadi çık. İşçi milleti  değil misiniz, aklınız fikriniz kaytarmakta anasını satayım.
-Abi isveren milletine hiç girmeyim istersen.
-O kadar vaktin varsa ben yatayım olum.
-Yok abi, özet geçicem zaten. Benim SSK noldu? Neyse kaçtım ben.

.
.
.

-Hayırlı işler Cemal Abi!
-Eyvallah aslanım, ne bu acele? Kız mı bekliyor?
-Yok abi ne kızı allasen ya.
-Hastir lan, Turgut'un oğlusun sen. Yakıştıramadım sana, hemen bul bir tane.
-Kolay gelsin abi, aman elini kesme. Alo? La çıktım ben, geliyom.

.
.
.

-Selamun aleyküm
-...
-Pardon. Pardon. Pardon. Müsaade eder misiniz? Şuraya geçebilir miyim?

.
.
.

-Napıyonuz lan?
-Napalım hacı, oturuyoz.
-Pardon boş mu acaba? Eyvallah. Abi bir türk kahvesi versene bana, orta.
-Hayırdır la?
-Uykum var olum. Sigara alın?
-Şimdi içtik biz.
-Ben alırım bir dal.
-Sen rahat izin aldın mi la?
-Aldım olum, bilinçli işçiyim ben, her türlü alırım.
-Ee burda mi izlicez maçı. Yayın yok burda.
-Izlemicez ya. Vazgeçtik.
-Yapacağınız işe tüküreyim la sizin.
-Tamam işte be uzatma.
-Olum babamın gençliğini bilen herkes "Sen Turgut'un oğlusun." diyor
sevgili soruyor lan. Resmen baskı altındaydım biiiiip ya.
-O bip ne lan? Adam gibi küfür etsene.

.
.
.
kirve

2 Kasım 2014 Pazar

Babalar ve Diğerleri

lanet buydu ki
bizler baba değildik bizlerin babalarımız vardı
hayatlarımız değildi hayatlarımız hayatlardı sadece
birilerinin altında sürüp giden yaşamlardık
biz yusuftuk belki
ama bize yakupun oğlu diyorlardı
ona göre davranmalıydık
biz değişemezdik değişirken babalarımıza sormalıydık
babalarımız bi yandan aşıktık onlara
bi yandan
mahkumları olmanın mahcupluğunu duyuyorduk içten içe
onlar dağ gibi adamlardı
bizse bizdik işte
özgürlüğümüzü bahşedenlerdi bize
zaten ya işte sıkıntı da buydu
bizim olanı bize bahşediyorlardı
onlar bizlerin bireysel erdoğanlarımızdı
diyorduk ki
eskiden böyle miydi harçlıklarımız
bak şimdi isteyince veriyorlar artık
en büyük handikapımızdı mesela
haklı olduğumuzu bile bile
babalarımızın karşısında susuyorduk
kimlere başkaldırıyorduk da babalarımıza eyvallah diyorduk
ama haklarını verelim
olmasalar olmazdık hani
neyse, eyvallah baba
babamsın, yaşasın!

kirve

17 Ekim 2014 Cuma

Yağmurda Gönüllerde Ahşaptır

Kimsenin gözlerinde böyle sular görmedim
aramadım da bir daha kimsede o kadar
göz o kadar renkli ve saç öyle bordo
bir gül ki teli bile kelimeleri yakar
bir okyanus ki suları kelimeleri boğar
o kelimeler bilememiştir daha
ve tanımlayamayacaktır seni henüz
ama okyanuslara sürgünlüğüm artık yeter
sor mezarlıktaki her bir taşa, kaç leylim bahar
hasretinden prangalar eskittim
güzün öyle geceleri hem soğuk hem kesif
hani kurşun sıksam geçmez geceden
gülden karanfil bitmez derler de
bak gecenin ayazında güle hasret zakkum
tek damlası zehrimin paslandırır zincirlerimi
yolu sana uğrayan kelimeler birer damlasıydı
yeniydi, yüreğimi yakıyordu
ağırdı, ruhumu ezip dağlıyordu
gecenin ayazında nereye kaçsam
mezarlara, zindanlara, köprü altlarına
yolu sana uğrayan kelimeler kulağımda mırıldanıyordu
ben ki aşıktım ben ki yoldaş, ismim bile
bunlara delil, kendimden başka anlatabileceğim kimsem,
dert yoktu, zakkum zehriyle dolu ve paslı prangalarım
suyuna yakın bir kelime arıyordum bende
mırıldanmak için okyanusun sessiz derinliğini
çıkıyordum zindanlardan, mezarlardan ve köprü altlarından
sessizce yürüyordum önüme çıkan içimdeki uzun yolu
hepsinin sonu çöl ortasında bir mabet, şehir
harap, depremin kerpiçlere verdiği yıkık ders gibi
yangının ahşaba verdiği kara ders gibi
okyanusların gemilere verdiği azgın ders gibi
sen bordosun verirsin ders bana da
sen haklısın çünkü kalbim kerpiç çünkü kalbim ahşap
bırak ısınsınlar birkaç kuru hatıranın
ateşinde sen onlara derinlerden bak!
vangelo

12 Ekim 2014 Pazar

Şehirlerarası

Arkadan gözetlendiğimi bilmek beni delirtiyordu.Olabildiğince dik,kendime güvenir adımlarla yürümeye çalışıyordum.
Zorla güzelleştirmeye çalıştığım için iyice bok oluyordu.Umursamaz görüneyim diye kollarımı sallıyor,ıslık öttürüyor,bir şeyler mırıldanıyordum.

Bunu kendisi istemişti.Veda.Böyle olmak zorunda değildi ama böyle olmalıydı.

Aslında her şey o güzel İstanbul sabahında başlamıştı.Çayımdan yudum alıp simitimin masaya dökülen susamlarını dişlerimin arasına kaçırırken.Geçti oturdu bir anda karşıma.
Böyle bir şey söyleyeceğini  beklemiyordum.Galiba beni delirtmeye çalışıyordu.Sustum.Hiçbir şey söylemedim.Gitmesini bekledim.Sanırım anladı beni ve gitti.Çayımı bitirdim kalktım oradan.
Bir anda söylediklerini unutmuş,dişlerimin arasındaki susamları temizleme derdine girmiştim.Hiçbir şey umurumda değildi o an benim için.Sonunda başardım.Kendi başıma yapabildiğim nadir işlerden biriydi.

Varmıştım  daireme.ilkin dolaptan birayı kaptım ve bir yudum aldım.Sonra duvara fırlattım şişeyi.Dengesiz tavırlarım sinirlerimi bozuyordu.Madem duvara fırlatacaksın neden alıyorsun kardeşim?
Bir şeyler okudum ve dışarı atasım geldi kendimi.Sokakların çocuğuydum aslında.Yalnız başıma yürümeliydim. Çünkü insan yalnızdı aslında kendi yolunda.

Polisti babası,İsmet özel deyimiyle cumhuriyetin bir kuluydu.Babasıyla pek anlaşamazdı.Onu o yüzden çok sevmiştim aslında.Bende anlaşamazdım çünkü babamla.Benzer şeyleri yaşayan insanların
birbirlerini anlaması pek zor olmazdı.Bir şeyler paylaşıyor,rakı masasına beraber oturuyor,beraber dinliyorduk neşet babayı.Şu adam varya derdi bana,şu adam beni benden alıyor be.
Benden de alıyordu.Konuşurdu hep,anlatırdı neyi varsa.İçini dökmesi içimi yakıyordu.Ben pek konuşmaz dinlemeyi tercih ederdim.Tercih meselesi.Çok şey görmüştü hayatta.
Onun dışında tanıdığım insanların hepsi gururluydu.Fazla gururdan ölebilirdi insan.Ama o öyle değildi.

Onunla tanışıklığımız çok eskiye dayanıyordu.Serin bir Ankara gecesinde tanışmıştık.
Tunalı'da  zengin bir kadının çantasından  20 lira alıp çantayı olduğu yere bırakıp kaçıyordu ki bana çarptı.Her şeyi görmüştüm.İhtiyacım var dedi.Dur bekle dedim ve peşinden koşmaya başladım.
o kaçıyor ben kovalıyordum sanki.Ama hayır öyle değildi.O koşuyor bende neden daha fazla para almadığını öğrenmek istiyordum.pes etti sonunda.
-ismim tunç,neden daha fazla para almadığını o kadar çok merak ediyorum ki...
-ismim demir,soyismim de. İhtiyacım olan bu kadardı tunç,neden daha fazla alayım ki?
haklıydı.o gece bir meyhaneye gittik onunla. gel dedim,her şey benden.
Ve tanıştık bu şekilde.

Günler,aylar,yıllar birbirini kovaladı ve biz çok şey paylaştık.Ama bu söylediği beni her şeyi bırakıp gitmeye öylesine zorlamıştı ki.Size bunu söylemeyeceğim.Bu ikimiz arasında.
son bir konuşma yapmalıydım ama.Çünkü veda öncesi,insana ömrü boyunca yetecek bir şeyler söylemek gerekirdi bence.Gidiyordum yanına.Üsküdar'da, o en çok sevdiği yere.

-yeter demir dedim,artık insanlar ölmesin,artık kan akmasın,artık devletler kanla beslenmesin ve babana söyle fazla cop kullanmasın!

Döndüm arkama yürümeye başladım.Arkadan gözetlendiğimi bilmek beni delirtiyordu.Olabildiğince dik,kendime güvenir adımlarla yürümeye çalışıyordum.


Zorla güzelleştirmeye çalıştığım için iyice bok oluyordu.Umursamaz görüneyim diye kollarımı sallıyor,ıslık öttürüyor,bir şeyler mırıldanıyordum.

kara kedi

11 Ekim 2014 Cumartesi

demek,damak

"03"

seçim,
içimdeki çelişki
varolanı indirgeme yetkisi
damarlarımda oy pusulası
zorla güzellik olmaz veli

hayatın gerçekleri tırnak arasında
metronom ister misin?
haydi içelim sağlığa

çay demle de çay içelim sami
yak bir sigara da unutalım dertleri


santo

Kan ve Bulantı

dünyanın dönüşü beynimi durduruyor
bazen bi bakıyorum
dünya durmuş beynim dönüyor
beynimde bi ateş
güneş sistemi beynimde düzenini kaybediyor
midemde tatlı bi bulantı
gecede nahoş bi boşluk
muş deyince bütün o boşluk doluyor
muş deyince magazin programlarında ortadoğu kurtarılıyor
bu anda güneş, batıdan doğuyor
batıdan kalkan uçaklar ortadoğuda terörist öldürüyor
ortadoğuda teroristler kafa kesiyor
ortadoğuda kafa kesen teroristler abdyi tehdit ediyor
ve yine batıdan kalkan uçaklar ortadoğuyu vuruyor
türkiyede bi popçunun yirmilik dişi çekilirken
ortadoğuda bi katil bi maktulun kanını içiyor
benimse beynim dönüyor
midemde tatlı bi bulantı
uykum kusuyor

kirve

27 Eylül 2014 Cumartesi

Islak

Belini iyice bükmüştü ve kar, yüzüne mermi gibi çarpıyordu. Elini yüzüne siper etmesi paltosunun soğuğu dışarıda tutamaması gibi, bir işe yaramıyordu. Ağrısına daha fazla dayanamadığı için doğruldu ve doğrulmasıyla devrilmesi bir oldu. Cebindeki beş çocukla bir kadın ıslandı. 

Eve geldiğinde herkesi üşümüş bir halde buldu. Ee nede olsa ıslanmışlardı. Paltosunu çıkarıp üç çocuğunun üstünü örttü, içi acıdı. Çocukların kolları paltodan çıkıyordu. Kar suları çatıdan ve gözlerinden yerdeki şişmiş tahtalara düştü, üşüdü. Islanmıştı çünkü.

vangelo

26 Eylül 2014 Cuma

Ne Olacak?

-oldu o zaman


perşembe, sabah, saat altı yirmiyedi. elindeki son a4ü koydu masaya. ama önce bi kahve yapmalıydı. kahvesini yaptı. ışığı kapatıp güneşliği çekti loş bi ortam lazımdı. tekrar düşünmeye başladı."bismillah" hayır bunu denemiş ama yapamamıştı. durdu. nerdeyse türkçedeki bütün kelimeleri denemişti ama bi türlü o ilk kelimeyi bulamamıştı. bu arada, evet, hala yazarken a4 kullanıyordu bilgisayara yazmanın gerekli ortamı sağlamadığına inanıyordu. rakı varken niye bira içsindi ki? düşünmeye odaklandı tekrar, aklına bir sürü şey geliyordu ama hiçbiri tatmin etmiyordu. kahvesinden büyükçe bi yudum aldı. kalemi yaratan rabbim, dedi, yardım et! büyükçe bi yudum daha alıp, belki ilham olur diye, önündeki kitaptan bişeyler karıştırdı. ayraçta 'intihar bombacılarını tanımak kolaydır, deneyimli intihar bombacısı olmaz' yazıyordu. sonra kendi kendine, ey insanlık! azraili görünceye kadar oku ve yaz, dedi. evet, evet bu iyi bir şeydi. bu ibadet, diye düşündü. canım Allah'ımın ilk emri bu: oku! böyle bi Allaha inanmak çok güzeldi. kahveden bi yudum daha, soğumuştu. telefonu, telefonu nerdeydi? saatlerdir tek bir mesaj gelmemişti. varlığını unutacaktı nerdeyse. yalnız olduğunu düşünmüyordu ama. yalnız değildi. çok fazla dostu vardı. bir başına canı sıkıldığında 'bu bizimki yalnızlık değil, teklik.' diyordu. kahvesinden bi yudum daha aldı derken sigara yakmadığını hatırladı, yudumu yutana kadar paketten bi dal çıkarttı, yuttu, sigarayı yaktı. kahvesini kontrol etti, son yuduma gelmişti. içti. zaten bitirmek için doldurmuştum, dedi. zaten ölmek için yaşıyoruz vakti geldiğinde biz de biteriz. ayağa kalktı, bişeyler yazmaya çalıştığını unutmuştu artık, amerikan balkona çöktü. vücudunun yarısı içerde yarısı dışardaydı. buz gibiydi hava. sabah ayazı iliklerine kar yağdırmıştı. sigarasına devam etti. sokakta işe giden bi kaç adam vardı, çok hızlıydılar, halbuki işe gidiyorlardı. büyük ihtimalle hepsi işçiydi ve gittikleri yerde akşama kadar sömürüleceklerdi ama aşıkçasına hızlıydılar. saat yediye iyice yaklaşmıştı yani kol saati öyle olduğunu gösteriyordu. karşı pencerede bi hareketlenme oldu, umursamadı. bu arada sigarasını içiyordu. uzaktan gelen araba sesleri dikkatini çekti. kimdiler acaba ve ne işleri vardı onları bu kadar süratlendirecek? uyusa mıydı, yoksa akşama kadar dayanıp akşam mı uyusaydı? biraz sonra uyusaydı. parmaklarında bi sıcaklık sezdi, sigarası bitmişti. sövüp aşağı attı. bak işte, o da bitmişti. liseye başlamıştı, bitmişti. şimdi üniversiteye başlayacaktı, o da bitecekti. aslında doğmuştu ve hayatta bitecekti. bi tek bu bitmekler bitmeyecekti. o yüzden takmıyordu artık bitmekleri. işte, mesela, bu sabahı da bitirmek üzere yatağına gidiyordu. doğruca yatağına gitti. bu sabahla birlikte bu yazı da bitti.

kirve

21 Eylül 2014 Pazar

-cakmışcasına

-cakmışcasına yaşamalı insan hayatını,
fener formasıyla beşiktaş'a girmeyi denemeli belki de

-cakmışcasına yaşamaktan bahsediyorum
olacaksa, ölecekmişcesine hasta olmalı mesela
bi anlamı olmalı sonuçta

-cakmışcasına  yaşamak gerek diyorum
oturdun mu zurna olacakmışcasına içmelisin yani;
e, değdi o bi defa ağıza.

-cakmışcasına yapmalı insan her işini
öldürecekmişcesine vurmalı vuracaksa,
düşürecekmişcesine kavramalı bir de hayatı
ve kaybedecekmişcesine sarılmalı babasına.

-cakmışcasına yaşamak gerek dostum,
ölecekmişcesine her an
azrailden çalıyormuş gibi anlayacağın
ve bir de sevmeli bir güzeli,
saçlarına salıncak kurmalı.

granül

Kum Gibi

ismim berk. berk yıldız. benim gibi bir insan için fazla lüks bir isim. istanbul'da bir gecekonduda doğdum. orada büyüdüm. orada yaşıyorum.
bahtımın hep kapalı oluşuna sebep neydi? yaşamak, başkaları kadar benimde hakkım değil miydi?

bunları düşünüyordum. tek başıma oturmuş, sigaramdan nefes alıp bu mükemmel manzarayı izlerken. objektifimden size yansıtıyorum bu manzarayı iyi dinleyin.

kavga ediyorlardı. bayılıyordum onların kavga etmesine. düşmanımın düşmanıyla düşmandım. bu, ilkokulda öğretilenlere biraz ters bir durumdu. genelde düşmanının düşmanıyla dost olurdu insanlar. neyse. birbirlerine yumruklar sallıyorlar ve ben zevkten dört köşe oluyordum. benim onlara olan düşmanlığımdan habersizlerdi henüz. evet üçümüzde aynı kızı seviyorduk. ama benden üçününde haberi yoktu. hatta benden kimsenin haberi yoktu. kendimi değersiz hissediyordum. doğada çok bulunan maddeler gibi. kum gibi.
sokakta gördüğüm birinin karşısına geçip bildiğim tüm küfürleri etsem cevap vermezdi sanki. sanırım dünyaya yer kaplamaya gelmiştim.

ama bu kıza gönlümü kaptırmıştım bir kere. onu görünce güzel şarkı sözlerini hatırlıyordum, güzel şiirleri. şiir bile yazyordum ona. bütün harfler, heceler, kelimeler benim lügatımdaki her şey onun için var olmuştular.

ayrıldılar. birileri gelip manzaramın içine etmişti. güzel manzaramın.ayrılmalarına rağmen hala birbirlerine küfür yağdırıyorlardı. sert çocuklardı vesselam.

sonra onu gördüm. başı dik, parmak uçlarında, özgüveni yüksek bir biçimde yürüyordu. gözlerimi ondan alamıyordum. Keşke bir kedi olabilseydim. evinde beslediği, sevdiği, yanyana uyuduğu bir kedi. neden bir kedi olamiyordum tanrım?
ismini bilmiyordum henüz. gerekte yoktu aslında. ben ona hitap edecek bir şeyler bulurdum nasılsa. ama artık bir şeyler yapmak gerekiyordu. böyle olmazdı bu işler. onun yanında olmak için bir kedi olamayacağıma göre, bütün olarak, bu halimle ben, bir şeyler yapmalıydım. tatlı tatlı öğüt vermeye başladım kendime. bir anne gibi...

gidecektim, konuşacaktım. ne olabilirdi ki?
yine beklerken onun geçtiği yolda, geçtim karşısına:
-sen dedim, hayatımda gördüğüm en güzel şeysin. gidelim buradan. en baştan başlayıp güzel bir hayat kuralım kendimize. gel benimle.
bir şey söylemedi.
-kılıksızım diye mi gelmeyeceksin?
susuyor susuyor susuyor.
sahne diye buna derlerdi işte. tek söz söylememek, bu adama hitap etmemek... yaman bir sahne idi bu.. arkamı döndüm ve uzaklaştım oradan.gittim gecekonduma. ama  kabullenemedim bu durumu. hep mi kaybedecektim? sıkılmıştım kaybetmekten. açtım dolabı. yıllardır orada duran, babamdan kalan bir silah vardı. ve içinde 7 kurşun.

yapacaktım. kaybetmekten sıkılmıştım artık. gittim düşmanlarımı aldım, götürüyordum. nereye gittiklerini bilmiyorlardı.elimde silah olduğu için karşı hamlede bulunmuyorlardı. ilk defa birileri benden korkmuştu. aldım onları prensesimin yanına gittik. dördümüzdük. dört kişiydik.

bakın dedim, bakın, ben bu dünyaya yer kaplamak için geldim. bana iyi bakın. dünyada başka böyle bir insan yok. bu kadar itilmiş, elinde hiçbir şeyi olmayan, çaresiz bir insan yok. yok. bağırdım çağırdım.ağlıyordum. lan dedim, siz kazandınız.
matmazel, seyrekte olsa, sizi bu dünya gözlerimle görmek benim için büyük bir şerefti.

kaybettim. silahı ağzımın içine soktum ve sonrası olmadı.

kara kedi

İsrafil'in Melodisi

bir demet su damlacığı
çarkın üstündeki yıldızlar
gecenin aydınlığında
gündüz daha karanlık
israfil'in melodisi arka planda
çalmak alacakaranlığı
Anaların kucağında

suyun yalnızlığı
ya da ne derseniz
su sahipsiz mi?
su kimsesiz değil
sen de değilsin
ama,yine de sessiz olalım

israfil'in melodisi arka planda

santo

Çığlık

Evet hayır sormalıyım ne olursa olsun aklımdaki sorular cevaplanmalı bu mümkün mü belki ama niye şimdi tam dengeyi kurduk demişken aaaaaaaaaaah çıldırıyorum galiba sorular beynimi kurcalıyor yeter susun sessizlik işte bu huzur mutluluk mu hayır yalnızlık kesinlikle bordo aaaaaaaaaaaaah yeter işkence büyük gözleri bilimiyorum renkler karman çorman saatim tik tak gözler arıyor hayallerim yok öleceğim galiba erken Dante' nin yaşından da hayli erken umut paha biçemiyorlar unut beceremiyorlar gönüller kapalı iş çıkışı saati seyyar satıcılar aaaaaaaaaah neler söylüyorum halbuki evet hayır sebep sen yok değil yanlış cümle dur bulacağım şimdi sesini yok resmini hayır anını böyle olmayacak alıyorum baştan baştan b...

Merhaba adım... boş verin adımı eğer kan bordoluğunu biliyor ise adımı biliyordur. Hayatımda neler oldu bilmiyorum. Hafıza kaybı yaşamadım sadece anlam veremiyorum olanlara. Her şeyi siz bulmalısınız bence, ben bulamadım. Size anlatacağım şeyleri de bu gümrük defterinde okudum. Ama kısa ama uzun, biraz öykü biraz rüya.

İlki umudun öyküsü olması gerekirken ölümün rüyası oldu. Bir sirk varmış ve ben orada çalışıyormuşum. Aslanlar da varmış emrim altında. Hele bir yavru aslan var ki can ciğer kuzu sarmam. Rüyanın ilerleyen saniyelerinde çemberin içinden atlarken iyice büyüyor bu aslan. Ne olduğu belirsiz bir mahlûkata doğru emin adımlarla yürüyor. Pençelerinde can veriyorum sonunda. Kanlar fışkırıyor damarlarımdan.

Ormandayım ben küçücük bir çocukken hem de. Annemler ve dedemlerle piknikteyiz. Beni odun toplamaya gönderiyorlar. Çok küçüğüm daha. Hain çalılar ben yokken öldürüyorlar onları. Üzerime üzerime geliyorlar şimdi. Annnneeeeeeee annneeee...

Maalesef görüntü yok bunda sadece ses var. Duyabiliyorum bir peri kızı şarkı söylüyor sadece benim kulaklarıma. Mest oluyorum onun sesine ve mırıldanışına. Yelken açabilirim onun peşinden bilinmez kıyılara. AaaaaaaaA...

Deniz kenarında kumsalda değilim bu defa. Kayalıkların yanında ölümüne atlamak için bekleyen bir mal gibi dikiliyorum. Hangi mal atlamak için bekler ki yada hangi mal kayalıklarda bir sonraki an atlayacakmış gibi bekleyen birinin gerçekten atlayacağına inanır ki. Herkes bilmeli atlamak için bekleyen biri asla atlamaz. Tüm bunları düşündükten sonra atlıyorum kayalıklardan. Uyandığımda bir kumsaldayım elimde bir istiridye içinde de incisi.

Hastanedeyim ben ama yok hasta değilim ben. Ortalarda yok ama biliyorum dışarıda olduğunu. Oralarda bir yerlerde bende üzülüyorum haliyle. Karım sonuçta. Çocuğumuzun olmaması onun suçu değil ki hem. İkna etmek için onu bir arkadaşımla plan hazırlıyorum. Daha doğrusu bir bilbord. Tüp bebek hakkında. Arkadaşım tam onu yanına giderken durdurup altında son bir şeyler ekliyorum. Biliyorum mantıksız ama: Ne gülüyorsun.

Bizim mahalledeyiz. Yokuşun aşağısında sağa doğru kıvrılan bir yer var. Her nedense bizim evin oradan her yer görünüyor da bir kıvrımın olduğu yerde bakkalın önündeki dondurma reklamlarının olduğu kartonun arkası görünmüyor. Annem evde azarlıyor beni. "Sakın kartonun arkasına girme." Sokakta arkadaşlarla futbol oynuyoruz biri mızıkçılık yapıyor faul olmadığı halde faul diyor. Sinirleniyorum haliyle buna. Nerden bulduysam artık bir ip buluyorum ve geçiyorum boğazından. Bir tekmede dizlerine vurdum mu düşüyor yere. Sürüye sürüye kartonun arkasına kadar götürüyorum onu. Tam kartonun arkasına geldiğimiz anda yol boyunca biriken sürtünme kuvvetinin etkisiyle kafası patlıyor çocuğun. Evdeyim. Annem yine azalıyor beni. "Sakın bir daha kartonun arkasında arkadaşlarının kafasını patlatma."

Düşüyorum. Uyurken yatağa düşmüş gibi hissetmem nedeniyle uyanmama neden olan his içimde olduğu halde düşüyorum. Ne zaman başladı, ne zaman bitecek haberim yok. Tek bildiğim düşüyor olduğum. Bilmem nerenin merkezine giden bir yarığın içindeyim, galiba. Sanırım. Etrafıma baktığımda hiçbir duvar vari şey göremiyorum. Tek gördüğüm benimle birlikte düşen sayısız insan. Belki rüyanın yılları gerçeğin saniyeleri boyunca düşüyorum. Birden gözüme bir yaprak ilişiyor. Dalı nerde, kökü nerde, kaç hayattan geçmiş bilinmez bir yaprak görüyorum. Düşmemek, onunla kalmak adına ona tutunmaya karar veriyorum. Yanıma kadar geliyor da tam tutunacağım sırada kaçıyor benden. Ne kadar safım. Düşüyorum. Tek bildiğim bir yapraktan medet umduğum.

Okumak isteyip de okuyamamaktan biliyorum. Yanımda kim var biliyor musunuz? C. Yanlış duymadınız külâhlarınıza inanın. Milletten tarifini aldığım gibi değil hiç. Aksine olabildiğine konuşkan, atik ve canlı. Yürüyor muyduk? Pek anımsamıyorum. Ha bire anlatıyor C. bende dinliyorum ama Baker caddesi buram buram ekmek kokuyor. Hangi köpeği görsem aklıma Ruhi-Fuzuli atışması geliyor. Martıların ismi de Jonathan. Yolda hiç domuz göremiyorum ama görsem kesin... Ne olduğunu anlamıyorum sadece yoldaki her şeyin bir edebi eserden çıktığını biliyorum. Tıpkı C. gibi. Tam bu noktada rüyada olduğumun farkına varıyorum. Bunu kullanmak için elimden geleni yapmaya karar veriyorum. Sırtıma saplanan hançerin acısıyla dönüyorum arkamı. Sende mi C.?

Renksiz zamanlara geri döndüğümü sanıyorum çünkü etrafta görülmeye değer renk yok. Sonrasında bir karanlık beliriyor hiçliğin göbeğinde. Onun deliğinden beyaz fışkırıyor. Uzun bir süre iki renkle idare ediyorum. Daha sonra bir bordo göyüyorum varlığı tüm renklerden daha gerçek. Onun ardından daha hakiki bir renk gelecek biliyorum ama yine de önce bordoyu bilmem gerektiğinin farkındayım. Üç renkte biri görüyorum, bordoda üçünü görüyorum dördüncü rengin farkındayım. Sadece üç rengi biliyorum: Bordoyu, beyazı, siyahı.

Benim ama rüyada bizim odamızdayız. Eski yatağımın orada bir şeyler seçiyoruz. Ne olduğunu bilmiyorum. Ellerini yatağa dayamış seçerken bende gelip ellerimi ellerinin üstüne koyuyorum. Saatler boyu aynı şekilde bir şeyler seçmeye devam ediyoruz.

Merdivenlerden çıkıyorum sessizce ama yanımdakiler uslu durmuyorlar. Ha bire birbirlerinin omuzuna vurup şakalaşıyorlar ben katılmıyorum onlara. Önümden geçen bu insanların -ırkçılık yapmamak adına isim vermeyeceğim- da önünde biri yürüyor. Ne garip ki liderleri filan da değil. Neden bilmem sevemiyorum onları. Çevremdeki sesler bir an için kesilince arkadan yaklaşan birinin ayak seslerini duyuyorum. Elindeki bıçağı görür görmez anlıyorum lider olmayanı öldürmeye gideceğini. Bir hamlede bıçaklıyı duvara ittirip diğerini yere düşürüyorum. Irktaşları hemen yerden kaldırıp götürüyorlar. Alçaklar bu sefer kollarımdan tutuyorlar benim. Uyanamıyorum. Bıçağını sol diz kapağıma saplıyor bıçaklı.

Binler arkadaşla birlikte yüzüyoruz bir denizde. Her birimiz serseri mayınlar, çarpa çarpa ilerleyemiyoruz. Denizin suyu da ne mavi ne yeşil ne beyaz acayip bir renk. Bir vakit bu halde devam ettikten sonra denizden baloncuklar çıkmaya başlıyor. Bazı arkadaşları göklere çıkardıktan sonra saniyesinde dibi boylatıyor. Sıcaklık dayanılmaz bir raddede kendimi haşlanıyormuş gibi hissetmeye başlıyorum. Beceriksizler demek geliyor içimden. Ne kadar daha devam edecek bilmiyorum ama sonumuz hayra alamet değil. En sonunda tünelin sonunda ışık görünüyor yavaşça akıyoruz ona. İnce bele dökülürken çıkardığımız ses mest ediyor dinleyenleri. Tam ben düşerken delikli bir metal geliyor ve bizleri süzüyor. Uzaktan bardağa bakıyorum açık renkli bir sıvı duruyor içinde. Bağırmak istiyorum: Demsiz çay mı olur lan! Peh, demsiz çaymış. Ne kadar da anlamsız. İnce belde demsiz çay.

Bak bu seferki biraz fantastik. Ben on kişi olmalarını istiyorum çünkü on güzel bir sayı. Hem okunuşu rahat hem de yuvarlanmıyor. Bunların üzerinde sarı renkli kıyafetler var boydan boya. Birde yüzlerinde kırmızı renk var ve sürekli şekli değişiyor bu kırmızıların şekli. Bir köprünün üstünde akrobatik hareketler yapıyorlar. Biri Santa Claus oluyor beşi araba dördü de geyik. Okyanusların üstünden uzaklara gidiyorlar ben külüstür bir gemiyle arkalarından. Ölüyorum yine.

Bir salonda oturuyorum çekyatın üzerinde. Karşımda kırk-kırk beş yaşlarında gösteren ama aslında otuz beş yaş civarında olan bir adam oturuyor. Hayli uzun boylu. -Bilmem kaç kişinin hakkını gasp etmiştir bu boya ulaşmak için.- Çekyata yan oturmuşum sağ kolumu da çekyatın üzerinden atmışım. Karşımda da uzun boylu adam oturuyor. Halının üstünde iki üç çocuk oynuyor iki üç yaşlarında. Gel sen bunlara bak diyor. Hafif bir sırıtışla miniklerin aklını bulandırmaya hiç gerek yok diyorum. Beni öldüremeden kaçıyorum rüyadan. İşte böyledir intikamım rüyalardan.

Yağmur yağıyor mezarım başında. Göz yaşlarıyla beraber düşüyor toprağa damlalar. Elinde siyah şemsiyesiyle bir adam yağmurdan korumaya çalışıyor onu. Ayrılmak istemiyor mezarımın başından. Biliyorum beni se... Bu bir rüya değil, yanlış oldu.


Önce karanlık vardı saf katıksız karanlık. Sonrasında da karanlık vardı. Ama en sonunda uyandım. Ama yine de karanlık vardı biliyorum çünkü ondan öncede vardım.

vangelo