21 Eylül 2014 Pazar

Çığlık

Evet hayır sormalıyım ne olursa olsun aklımdaki sorular cevaplanmalı bu mümkün mü belki ama niye şimdi tam dengeyi kurduk demişken aaaaaaaaaaah çıldırıyorum galiba sorular beynimi kurcalıyor yeter susun sessizlik işte bu huzur mutluluk mu hayır yalnızlık kesinlikle bordo aaaaaaaaaaaaah yeter işkence büyük gözleri bilimiyorum renkler karman çorman saatim tik tak gözler arıyor hayallerim yok öleceğim galiba erken Dante' nin yaşından da hayli erken umut paha biçemiyorlar unut beceremiyorlar gönüller kapalı iş çıkışı saati seyyar satıcılar aaaaaaaaaah neler söylüyorum halbuki evet hayır sebep sen yok değil yanlış cümle dur bulacağım şimdi sesini yok resmini hayır anını böyle olmayacak alıyorum baştan baştan b...

Merhaba adım... boş verin adımı eğer kan bordoluğunu biliyor ise adımı biliyordur. Hayatımda neler oldu bilmiyorum. Hafıza kaybı yaşamadım sadece anlam veremiyorum olanlara. Her şeyi siz bulmalısınız bence, ben bulamadım. Size anlatacağım şeyleri de bu gümrük defterinde okudum. Ama kısa ama uzun, biraz öykü biraz rüya.

İlki umudun öyküsü olması gerekirken ölümün rüyası oldu. Bir sirk varmış ve ben orada çalışıyormuşum. Aslanlar da varmış emrim altında. Hele bir yavru aslan var ki can ciğer kuzu sarmam. Rüyanın ilerleyen saniyelerinde çemberin içinden atlarken iyice büyüyor bu aslan. Ne olduğu belirsiz bir mahlûkata doğru emin adımlarla yürüyor. Pençelerinde can veriyorum sonunda. Kanlar fışkırıyor damarlarımdan.

Ormandayım ben küçücük bir çocukken hem de. Annemler ve dedemlerle piknikteyiz. Beni odun toplamaya gönderiyorlar. Çok küçüğüm daha. Hain çalılar ben yokken öldürüyorlar onları. Üzerime üzerime geliyorlar şimdi. Annnneeeeeeee annneeee...

Maalesef görüntü yok bunda sadece ses var. Duyabiliyorum bir peri kızı şarkı söylüyor sadece benim kulaklarıma. Mest oluyorum onun sesine ve mırıldanışına. Yelken açabilirim onun peşinden bilinmez kıyılara. AaaaaaaaA...

Deniz kenarında kumsalda değilim bu defa. Kayalıkların yanında ölümüne atlamak için bekleyen bir mal gibi dikiliyorum. Hangi mal atlamak için bekler ki yada hangi mal kayalıklarda bir sonraki an atlayacakmış gibi bekleyen birinin gerçekten atlayacağına inanır ki. Herkes bilmeli atlamak için bekleyen biri asla atlamaz. Tüm bunları düşündükten sonra atlıyorum kayalıklardan. Uyandığımda bir kumsaldayım elimde bir istiridye içinde de incisi.

Hastanedeyim ben ama yok hasta değilim ben. Ortalarda yok ama biliyorum dışarıda olduğunu. Oralarda bir yerlerde bende üzülüyorum haliyle. Karım sonuçta. Çocuğumuzun olmaması onun suçu değil ki hem. İkna etmek için onu bir arkadaşımla plan hazırlıyorum. Daha doğrusu bir bilbord. Tüp bebek hakkında. Arkadaşım tam onu yanına giderken durdurup altında son bir şeyler ekliyorum. Biliyorum mantıksız ama: Ne gülüyorsun.

Bizim mahalledeyiz. Yokuşun aşağısında sağa doğru kıvrılan bir yer var. Her nedense bizim evin oradan her yer görünüyor da bir kıvrımın olduğu yerde bakkalın önündeki dondurma reklamlarının olduğu kartonun arkası görünmüyor. Annem evde azarlıyor beni. "Sakın kartonun arkasına girme." Sokakta arkadaşlarla futbol oynuyoruz biri mızıkçılık yapıyor faul olmadığı halde faul diyor. Sinirleniyorum haliyle buna. Nerden bulduysam artık bir ip buluyorum ve geçiyorum boğazından. Bir tekmede dizlerine vurdum mu düşüyor yere. Sürüye sürüye kartonun arkasına kadar götürüyorum onu. Tam kartonun arkasına geldiğimiz anda yol boyunca biriken sürtünme kuvvetinin etkisiyle kafası patlıyor çocuğun. Evdeyim. Annem yine azalıyor beni. "Sakın bir daha kartonun arkasında arkadaşlarının kafasını patlatma."

Düşüyorum. Uyurken yatağa düşmüş gibi hissetmem nedeniyle uyanmama neden olan his içimde olduğu halde düşüyorum. Ne zaman başladı, ne zaman bitecek haberim yok. Tek bildiğim düşüyor olduğum. Bilmem nerenin merkezine giden bir yarığın içindeyim, galiba. Sanırım. Etrafıma baktığımda hiçbir duvar vari şey göremiyorum. Tek gördüğüm benimle birlikte düşen sayısız insan. Belki rüyanın yılları gerçeğin saniyeleri boyunca düşüyorum. Birden gözüme bir yaprak ilişiyor. Dalı nerde, kökü nerde, kaç hayattan geçmiş bilinmez bir yaprak görüyorum. Düşmemek, onunla kalmak adına ona tutunmaya karar veriyorum. Yanıma kadar geliyor da tam tutunacağım sırada kaçıyor benden. Ne kadar safım. Düşüyorum. Tek bildiğim bir yapraktan medet umduğum.

Okumak isteyip de okuyamamaktan biliyorum. Yanımda kim var biliyor musunuz? C. Yanlış duymadınız külâhlarınıza inanın. Milletten tarifini aldığım gibi değil hiç. Aksine olabildiğine konuşkan, atik ve canlı. Yürüyor muyduk? Pek anımsamıyorum. Ha bire anlatıyor C. bende dinliyorum ama Baker caddesi buram buram ekmek kokuyor. Hangi köpeği görsem aklıma Ruhi-Fuzuli atışması geliyor. Martıların ismi de Jonathan. Yolda hiç domuz göremiyorum ama görsem kesin... Ne olduğunu anlamıyorum sadece yoldaki her şeyin bir edebi eserden çıktığını biliyorum. Tıpkı C. gibi. Tam bu noktada rüyada olduğumun farkına varıyorum. Bunu kullanmak için elimden geleni yapmaya karar veriyorum. Sırtıma saplanan hançerin acısıyla dönüyorum arkamı. Sende mi C.?

Renksiz zamanlara geri döndüğümü sanıyorum çünkü etrafta görülmeye değer renk yok. Sonrasında bir karanlık beliriyor hiçliğin göbeğinde. Onun deliğinden beyaz fışkırıyor. Uzun bir süre iki renkle idare ediyorum. Daha sonra bir bordo göyüyorum varlığı tüm renklerden daha gerçek. Onun ardından daha hakiki bir renk gelecek biliyorum ama yine de önce bordoyu bilmem gerektiğinin farkındayım. Üç renkte biri görüyorum, bordoda üçünü görüyorum dördüncü rengin farkındayım. Sadece üç rengi biliyorum: Bordoyu, beyazı, siyahı.

Benim ama rüyada bizim odamızdayız. Eski yatağımın orada bir şeyler seçiyoruz. Ne olduğunu bilmiyorum. Ellerini yatağa dayamış seçerken bende gelip ellerimi ellerinin üstüne koyuyorum. Saatler boyu aynı şekilde bir şeyler seçmeye devam ediyoruz.

Merdivenlerden çıkıyorum sessizce ama yanımdakiler uslu durmuyorlar. Ha bire birbirlerinin omuzuna vurup şakalaşıyorlar ben katılmıyorum onlara. Önümden geçen bu insanların -ırkçılık yapmamak adına isim vermeyeceğim- da önünde biri yürüyor. Ne garip ki liderleri filan da değil. Neden bilmem sevemiyorum onları. Çevremdeki sesler bir an için kesilince arkadan yaklaşan birinin ayak seslerini duyuyorum. Elindeki bıçağı görür görmez anlıyorum lider olmayanı öldürmeye gideceğini. Bir hamlede bıçaklıyı duvara ittirip diğerini yere düşürüyorum. Irktaşları hemen yerden kaldırıp götürüyorlar. Alçaklar bu sefer kollarımdan tutuyorlar benim. Uyanamıyorum. Bıçağını sol diz kapağıma saplıyor bıçaklı.

Binler arkadaşla birlikte yüzüyoruz bir denizde. Her birimiz serseri mayınlar, çarpa çarpa ilerleyemiyoruz. Denizin suyu da ne mavi ne yeşil ne beyaz acayip bir renk. Bir vakit bu halde devam ettikten sonra denizden baloncuklar çıkmaya başlıyor. Bazı arkadaşları göklere çıkardıktan sonra saniyesinde dibi boylatıyor. Sıcaklık dayanılmaz bir raddede kendimi haşlanıyormuş gibi hissetmeye başlıyorum. Beceriksizler demek geliyor içimden. Ne kadar daha devam edecek bilmiyorum ama sonumuz hayra alamet değil. En sonunda tünelin sonunda ışık görünüyor yavaşça akıyoruz ona. İnce bele dökülürken çıkardığımız ses mest ediyor dinleyenleri. Tam ben düşerken delikli bir metal geliyor ve bizleri süzüyor. Uzaktan bardağa bakıyorum açık renkli bir sıvı duruyor içinde. Bağırmak istiyorum: Demsiz çay mı olur lan! Peh, demsiz çaymış. Ne kadar da anlamsız. İnce belde demsiz çay.

Bak bu seferki biraz fantastik. Ben on kişi olmalarını istiyorum çünkü on güzel bir sayı. Hem okunuşu rahat hem de yuvarlanmıyor. Bunların üzerinde sarı renkli kıyafetler var boydan boya. Birde yüzlerinde kırmızı renk var ve sürekli şekli değişiyor bu kırmızıların şekli. Bir köprünün üstünde akrobatik hareketler yapıyorlar. Biri Santa Claus oluyor beşi araba dördü de geyik. Okyanusların üstünden uzaklara gidiyorlar ben külüstür bir gemiyle arkalarından. Ölüyorum yine.

Bir salonda oturuyorum çekyatın üzerinde. Karşımda kırk-kırk beş yaşlarında gösteren ama aslında otuz beş yaş civarında olan bir adam oturuyor. Hayli uzun boylu. -Bilmem kaç kişinin hakkını gasp etmiştir bu boya ulaşmak için.- Çekyata yan oturmuşum sağ kolumu da çekyatın üzerinden atmışım. Karşımda da uzun boylu adam oturuyor. Halının üstünde iki üç çocuk oynuyor iki üç yaşlarında. Gel sen bunlara bak diyor. Hafif bir sırıtışla miniklerin aklını bulandırmaya hiç gerek yok diyorum. Beni öldüremeden kaçıyorum rüyadan. İşte böyledir intikamım rüyalardan.

Yağmur yağıyor mezarım başında. Göz yaşlarıyla beraber düşüyor toprağa damlalar. Elinde siyah şemsiyesiyle bir adam yağmurdan korumaya çalışıyor onu. Ayrılmak istemiyor mezarımın başından. Biliyorum beni se... Bu bir rüya değil, yanlış oldu.


Önce karanlık vardı saf katıksız karanlık. Sonrasında da karanlık vardı. Ama en sonunda uyandım. Ama yine de karanlık vardı biliyorum çünkü ondan öncede vardım.

vangelo

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder