Buradan sonra hayat başlar. Buradan önce hayat biter. Burası Neşet Ertaş’ın
öldüğü yerdir. Burada insan zamanı avuçlarına alıp suyunu çıkartır düşüncenin.
Neşet Ertaş ölmüştür çünkü ve hala onu sevmeyen insanlar vardır.
Şu kıza nasıl yaklaşabilirim acaba? Şu ya, köşede hoparlörün yanında
oturan. Çok güzel, öyle ki, ben yani hiçbir kızla bir saniyeden fazla birbirine
bakamayan ben onun bana bakmasını ve göz göze gelmemizi istiyorum. Bunun bir şey
değiştirmeyeceğinin farkındayım, onun adını bile öğrenemeyeceğim. Ama sanki
bana bir kere baksa kendimi tamamlayacağım gibi hissediyorum. Onu ilk defa burada gördüm ve ona dair hiçbir
bilgim yok. Hiçbir fikrim dahi yok. Saçlarıyla, dudaklarıyla, gözleriyle yahut göğüsleriyle alakalı bir durum değil bu. Aldığı her nefesin beni çeken bir yanı
var. İçtiği her yudumun, yuttuğu her lokmanın, her susam tanesinin. Kolunu
dayadığı masaya ben de kolumu koymak istiyorum. Aşık olmadığım zaten hiç
tanımadığım bu kızın, bana yemek yapmasını istiyorum. Benimle sevişmesini değil
kesinlikle benimle nefes almasını arzuluyorum.
Birazdan garsonu çağıracak, bakınıyor. Eğer ondan önce çağırırsam, Faruk
abiyi, çağırmak için benim masama bakmak zorunda kalacak.
-Faruk abi
-Efendim!
-Abi bir bakar mısın?
-Geliyorum şimdi. … Efendim hasan.
-Abi bana bir çay versene.
-Oğlum bir çay için mi çağırdın buraya kadar! Söylesene ordan.
-Yok abi başka mevzu var.
-Ne var lan söylesene.
-Abi dünya gerçekten yuvarlak mı?
-Ne diyorsun oğlum sen?
-Dünya, diyorum abi, gerçekten yuvarlak mı?
-Ya oğlum bir ton işim var. Dur iki dakika. Patron görse ağzıma
sıçar muhabbet ettiğimi.
Bakmadı. Yeteri kadar oyalayamadım Faruk abiyi. Şerefsiz patron laf
etmese oyalardım da şerefsiz işte. Adamı sabahtan akşama kadar bin liraya
çalıştırıyor bir de en ufak şeyde bir ton azar çekiyor. Onun para sevdasına kız
masaya bakmadı anasını satayım. Ulan para çok kahpesin.
Yan masası boş, oraya mı geçsem acaba. Ama şimdi öyle sebepsiz yere
kalkıp oraya geçmek de olmaz ki. Burası da çok uzak ama. Ne yapsam ya? Hayır
geçmek için en ufak sebep olsa geçeceğim de işte yok. Neyse burası iyi durayım
burda.
Kalkıp gitsem acaba geçer mi bu his? Onu ilk defa burda gördüm ve
onu gördüğümden beridir sürüyor bu. Acaba kadrajımdam çıksa geçer mi? Yalnız
burada olduğunu biliyor olacağım. Nerde olduğunu bilirsem bu sefer de bakması
için olduğu yere gitmek isterim. Benim gitmem çözüm değil onun gitmesi lazım.
Acaba benden önce kalkarsa takip falan eder miyim? Hayır ya, etmem. Öyle
alışkanlıklarım yoktur. Heralde. Bilmiyorum hiç yaşamadım ki böyle bir şey ben.
Tecrübesizlik kötü bir şey. Ne yapacağını bilemeden kalıyorsun mal gibi. Bak
şimdi birine yalan söylemem gerekse böyle kalmam. Ama tecrübe olmayınca
kalıyorsun işte. Bana bakması lazım. Çok zor bir şey değil ki bu. Benimle
evlenmesini istemedim ya, yahut benimle birlikte olmasını. Bir kere baksın
yeter. Biraz daha bakmazsa aslında yok olduğumu düşüneceğim. Bir insan var olan
bi şeye bu kadar kayıtsız kalamaz ki. Ben gittiğim bir yerdeki bütün insanlara
en azından bir kere bakarım. Hiçbir sebebi yoksa acaba tanıdık kimse var mı
diye herkese bakarım. Yoksa bu kadar kayıtsız oluşundan mı istiyorum bunu.
Olabilir, sebebi umurumda değil. Niye bakmıyor?
Hazırlanmaya başladı, gidecek. Peki ben neden ayaklandım? Hayır
oturmalıyım. Niye? Montumu giyiniyorum. Onun çok fazla eşyası yok, hazır bile.
Adisyonu arıyor. Hızlı davranmalı mıyım? Takip mi edicem onu? İyi de ben öyle
bir insan değilim ki? Adisyonu da aldım, bir şey unuttum mu diye bakıyorum.
Hasan, otur oturduğun yere. Ama bakmadan gidiyor. Gidemez ki. Göz göze gelmeden
kaybedemem ki onu. Peşinden iniyorum. Biri beni durdursun, Faruk abi tut beni,
duymadı bile. Acaba içimden mi söyledim bunu? Hesabını ödüyor, hemen yanındayım
ama hala bakmadı. Harbiden yok muyum ben? Çıkıyor, adisyonu ve paramı verip
çıkışa yöneliyorum.
-Hasan, naber la?
-Kardeşim, iyilik senden? (Uzaklaştı, ışıklarda bekliyor. Karşıya
geçecek. Yetişebilir miyim?)
-İyi ya, hayırdır acelen mi var senin gözün dışarda. Tutmayayım
istersen?
-Yok be oğlum, ne acelesi. Neyse oturalım mı?
-Kalkmamış mıydın sen?
-Canım sıkılmıştı. Otururum şimdi senle.
-Eyvallah.
-Hadi hacı geçelim. (Gözden kayboldu.)
-Nereye oturalım?
-Köşeye, hoparlörün yanına geçelim mi?
kirve