Siz hiç kafanız yerinde değilken bi’şeyler yazmayı denediniz
mi? Aklınıza o kadar çok şey geliyor ki hepsini bir metne nasıl sığdıracaksınız
bilmiyorsunuz. Onu başka bir öyküye, bunu başka bir şiire… Sonuçta hepsi
birbirine giriyor. Bunu yazalı çok uzun zaman oldu aslında. Bu cümleyi bilerek
kurdum çünkü yazalı gerçekten çok uzun zaman oldu, aslında bunu ortaya
çıkartırken bunu yazalı çok uzun zaman olmuş olacak. O zaman bunu yazarken,
yazdıktan çok uzun zaman sonra ortaya çıkarma kararı aldım yani alıyorum. Şimdi
bunu ortaya çıkarma zamanı çünkü o zaman böyle bi' karar almışım, alıyorum neyse
artık. Şimdi bunu ortaya çıkarıyorum çünkü ne demişti Ercüment Çözer:
“Geçmişine saygısı olmayanın kendine de saygısı olmaz.”
Ercüment Çözer’in
hayatta en çok değer verdiği şey saygıydı. Bunun için insanlar öldürüyor hatta
sırf bunun için, utanmadan, Behzat’ın hayatını karartıyordu.
Neşet Ertaş çalıyor şuan, yani aslında bunu yazarken
çalıyor. Yani hem şuan hem de bunu yazarken çalıyor. Zaman değişik bir kavram.
Çok değişik. Sürekli akıyor. Çok yavaş akıyor olmasına rağmen biz önceki
yılları daha dünmüş gibi hatırlayıp yad ediyoruz. Babam ellili yaşlara dayandı
ama benimle konuşurken gençlik yıllarını nasıl hatırladığını çok iyi anlıyorum
artık. Artık benim de geçmişim de çok özlediğim zamanlar var, çok şey birikti
hafzalamda. Babam benimle konuşurken, benim yaşımda olduğu çağlarını daha
dünmüş gibi hatırlıyor. İçinden diyor ki: “Ne çabuk geçti bu kadar zaman? Ben
ne ara evlendim ve benim ne ara bu kadar büyük, eşşek kadar bi’ oğlum oldu.” İnsanın
bi’ oğlunun olması nasıl bir duygu acaba? Benim bu çağlarda bir oğlum olsa
nasıl hissederim acaba? Bana neredeyse her cümlesinde yalan söylediğini
bildiğim halde ona inanacağım bir oğlum olduğunda nasıl hissettirecek hayat
bana? Garip. Heh, sorunun cevabı garip değil, bu durum garip. Sigaramı yakarken
az önce yıkadığım suratımdaki sakalların ıslaklığını hissediyorum. Daha dün
benim sakalım yoktu şimdi var. Bugün benim oğlum yok fakat hemen yarın olacak.
Dünyanın en gamsız insanı kim acaba? En zengin olan mı en
fakir olan mı? Ya da herhangi biri işte. Bütün mesele sevdiğin insanları mutlu
etmekte. En umursamaz olanın bile mutlu etmek istediği biri yahut birileri
vardır, inkar etmesin. Benim uzun vadede en çok kafama taktığım insan babam,
anlamışsınızdır.
Bunu ‘kirve’ şahsı olarak yazıyorum yahut yazmıyorum onunla
ilgilenmeyin. –Sanki ilgileniyorsunuz anasını satayım ya- Bunu yazıyorum işte,
yazma isteği işte.
Arkadaşlarımdan söz açmak istiyorum, hayır istemiyorum.
Neşet Ertaş iyi. Arkadaşlarım bana bu dünyayı tanıttılar. Mesela beni Behzat Ç.
izletmeye onlar başlattılar. “Yazımı kışa çevirdin / Kar yağdırdın başa leylam
/ Viran oldu evim yurdum / Ne söylesem boşa leylam” Arkadaş diyordum, işte bu
dizeleri de Neşet Ertaş’tan dinlememe onlar sebep oldular. Daha ne olsun ki?
Bir konu daha var değinmek istediğim. Bilmek konusu. Bazı
şeyleri tahmin ederiz. Biliyormuş gibi eminizdir onlardan. Onların gerçek
olduğunu bildiğimizde çok farklı şeyler yaşarız, hissederiz. Bilmek üzer
insanı. Sigaranın biteceğini elbet biliriz ama gecenin ortasında bittiğinde ve
biz içecek sigara bulamadığımızda üzülürüz. Halbuki aslında o paketin
biteceğini biliyoruzdur. Bunu bilirken herhangi bir sıkıntımız yoktur ama
bitmiş olduğunu öğrendiğimizde sıkıntı yaşarız. Çok sevdiğimiz insanların
öleceğine eminizdir ama o insanlar öldüğünde o insanların ölmüş olduğunu
biliriz ve gerçekten dünya çok kötü bir yermiş gibi hissederiz. Şimdi bana,
dünya zaten kötü bir yer, demeyin. Bırakın bunları. Daha önce ölmeyen kimse
dünya kötü bir yer demesin. Dünya sadece böyle bir yer. İyi ve ya kötü değil.
Bazen iyi bazen kötü.
Bir de sayın okuyan, sen bunu okurken ben ne yapıyor
olacağım acaba?