27 Eylül 2014 Cumartesi

Islak

Belini iyice bükmüştü ve kar, yüzüne mermi gibi çarpıyordu. Elini yüzüne siper etmesi paltosunun soğuğu dışarıda tutamaması gibi, bir işe yaramıyordu. Ağrısına daha fazla dayanamadığı için doğruldu ve doğrulmasıyla devrilmesi bir oldu. Cebindeki beş çocukla bir kadın ıslandı. 

Eve geldiğinde herkesi üşümüş bir halde buldu. Ee nede olsa ıslanmışlardı. Paltosunu çıkarıp üç çocuğunun üstünü örttü, içi acıdı. Çocukların kolları paltodan çıkıyordu. Kar suları çatıdan ve gözlerinden yerdeki şişmiş tahtalara düştü, üşüdü. Islanmıştı çünkü.

vangelo

26 Eylül 2014 Cuma

Ne Olacak?

-oldu o zaman


perşembe, sabah, saat altı yirmiyedi. elindeki son a4ü koydu masaya. ama önce bi kahve yapmalıydı. kahvesini yaptı. ışığı kapatıp güneşliği çekti loş bi ortam lazımdı. tekrar düşünmeye başladı."bismillah" hayır bunu denemiş ama yapamamıştı. durdu. nerdeyse türkçedeki bütün kelimeleri denemişti ama bi türlü o ilk kelimeyi bulamamıştı. bu arada, evet, hala yazarken a4 kullanıyordu bilgisayara yazmanın gerekli ortamı sağlamadığına inanıyordu. rakı varken niye bira içsindi ki? düşünmeye odaklandı tekrar, aklına bir sürü şey geliyordu ama hiçbiri tatmin etmiyordu. kahvesinden büyükçe bi yudum aldı. kalemi yaratan rabbim, dedi, yardım et! büyükçe bi yudum daha alıp, belki ilham olur diye, önündeki kitaptan bişeyler karıştırdı. ayraçta 'intihar bombacılarını tanımak kolaydır, deneyimli intihar bombacısı olmaz' yazıyordu. sonra kendi kendine, ey insanlık! azraili görünceye kadar oku ve yaz, dedi. evet, evet bu iyi bir şeydi. bu ibadet, diye düşündü. canım Allah'ımın ilk emri bu: oku! böyle bi Allaha inanmak çok güzeldi. kahveden bi yudum daha, soğumuştu. telefonu, telefonu nerdeydi? saatlerdir tek bir mesaj gelmemişti. varlığını unutacaktı nerdeyse. yalnız olduğunu düşünmüyordu ama. yalnız değildi. çok fazla dostu vardı. bir başına canı sıkıldığında 'bu bizimki yalnızlık değil, teklik.' diyordu. kahvesinden bi yudum daha aldı derken sigara yakmadığını hatırladı, yudumu yutana kadar paketten bi dal çıkarttı, yuttu, sigarayı yaktı. kahvesini kontrol etti, son yuduma gelmişti. içti. zaten bitirmek için doldurmuştum, dedi. zaten ölmek için yaşıyoruz vakti geldiğinde biz de biteriz. ayağa kalktı, bişeyler yazmaya çalıştığını unutmuştu artık, amerikan balkona çöktü. vücudunun yarısı içerde yarısı dışardaydı. buz gibiydi hava. sabah ayazı iliklerine kar yağdırmıştı. sigarasına devam etti. sokakta işe giden bi kaç adam vardı, çok hızlıydılar, halbuki işe gidiyorlardı. büyük ihtimalle hepsi işçiydi ve gittikleri yerde akşama kadar sömürüleceklerdi ama aşıkçasına hızlıydılar. saat yediye iyice yaklaşmıştı yani kol saati öyle olduğunu gösteriyordu. karşı pencerede bi hareketlenme oldu, umursamadı. bu arada sigarasını içiyordu. uzaktan gelen araba sesleri dikkatini çekti. kimdiler acaba ve ne işleri vardı onları bu kadar süratlendirecek? uyusa mıydı, yoksa akşama kadar dayanıp akşam mı uyusaydı? biraz sonra uyusaydı. parmaklarında bi sıcaklık sezdi, sigarası bitmişti. sövüp aşağı attı. bak işte, o da bitmişti. liseye başlamıştı, bitmişti. şimdi üniversiteye başlayacaktı, o da bitecekti. aslında doğmuştu ve hayatta bitecekti. bi tek bu bitmekler bitmeyecekti. o yüzden takmıyordu artık bitmekleri. işte, mesela, bu sabahı da bitirmek üzere yatağına gidiyordu. doğruca yatağına gitti. bu sabahla birlikte bu yazı da bitti.

kirve

21 Eylül 2014 Pazar

-cakmışcasına

-cakmışcasına yaşamalı insan hayatını,
fener formasıyla beşiktaş'a girmeyi denemeli belki de

-cakmışcasına yaşamaktan bahsediyorum
olacaksa, ölecekmişcesine hasta olmalı mesela
bi anlamı olmalı sonuçta

-cakmışcasına  yaşamak gerek diyorum
oturdun mu zurna olacakmışcasına içmelisin yani;
e, değdi o bi defa ağıza.

-cakmışcasına yapmalı insan her işini
öldürecekmişcesine vurmalı vuracaksa,
düşürecekmişcesine kavramalı bir de hayatı
ve kaybedecekmişcesine sarılmalı babasına.

-cakmışcasına yaşamak gerek dostum,
ölecekmişcesine her an
azrailden çalıyormuş gibi anlayacağın
ve bir de sevmeli bir güzeli,
saçlarına salıncak kurmalı.

granül

Kum Gibi

ismim berk. berk yıldız. benim gibi bir insan için fazla lüks bir isim. istanbul'da bir gecekonduda doğdum. orada büyüdüm. orada yaşıyorum.
bahtımın hep kapalı oluşuna sebep neydi? yaşamak, başkaları kadar benimde hakkım değil miydi?

bunları düşünüyordum. tek başıma oturmuş, sigaramdan nefes alıp bu mükemmel manzarayı izlerken. objektifimden size yansıtıyorum bu manzarayı iyi dinleyin.

kavga ediyorlardı. bayılıyordum onların kavga etmesine. düşmanımın düşmanıyla düşmandım. bu, ilkokulda öğretilenlere biraz ters bir durumdu. genelde düşmanının düşmanıyla dost olurdu insanlar. neyse. birbirlerine yumruklar sallıyorlar ve ben zevkten dört köşe oluyordum. benim onlara olan düşmanlığımdan habersizlerdi henüz. evet üçümüzde aynı kızı seviyorduk. ama benden üçününde haberi yoktu. hatta benden kimsenin haberi yoktu. kendimi değersiz hissediyordum. doğada çok bulunan maddeler gibi. kum gibi.
sokakta gördüğüm birinin karşısına geçip bildiğim tüm küfürleri etsem cevap vermezdi sanki. sanırım dünyaya yer kaplamaya gelmiştim.

ama bu kıza gönlümü kaptırmıştım bir kere. onu görünce güzel şarkı sözlerini hatırlıyordum, güzel şiirleri. şiir bile yazyordum ona. bütün harfler, heceler, kelimeler benim lügatımdaki her şey onun için var olmuştular.

ayrıldılar. birileri gelip manzaramın içine etmişti. güzel manzaramın.ayrılmalarına rağmen hala birbirlerine küfür yağdırıyorlardı. sert çocuklardı vesselam.

sonra onu gördüm. başı dik, parmak uçlarında, özgüveni yüksek bir biçimde yürüyordu. gözlerimi ondan alamıyordum. Keşke bir kedi olabilseydim. evinde beslediği, sevdiği, yanyana uyuduğu bir kedi. neden bir kedi olamiyordum tanrım?
ismini bilmiyordum henüz. gerekte yoktu aslında. ben ona hitap edecek bir şeyler bulurdum nasılsa. ama artık bir şeyler yapmak gerekiyordu. böyle olmazdı bu işler. onun yanında olmak için bir kedi olamayacağıma göre, bütün olarak, bu halimle ben, bir şeyler yapmalıydım. tatlı tatlı öğüt vermeye başladım kendime. bir anne gibi...

gidecektim, konuşacaktım. ne olabilirdi ki?
yine beklerken onun geçtiği yolda, geçtim karşısına:
-sen dedim, hayatımda gördüğüm en güzel şeysin. gidelim buradan. en baştan başlayıp güzel bir hayat kuralım kendimize. gel benimle.
bir şey söylemedi.
-kılıksızım diye mi gelmeyeceksin?
susuyor susuyor susuyor.
sahne diye buna derlerdi işte. tek söz söylememek, bu adama hitap etmemek... yaman bir sahne idi bu.. arkamı döndüm ve uzaklaştım oradan.gittim gecekonduma. ama  kabullenemedim bu durumu. hep mi kaybedecektim? sıkılmıştım kaybetmekten. açtım dolabı. yıllardır orada duran, babamdan kalan bir silah vardı. ve içinde 7 kurşun.

yapacaktım. kaybetmekten sıkılmıştım artık. gittim düşmanlarımı aldım, götürüyordum. nereye gittiklerini bilmiyorlardı.elimde silah olduğu için karşı hamlede bulunmuyorlardı. ilk defa birileri benden korkmuştu. aldım onları prensesimin yanına gittik. dördümüzdük. dört kişiydik.

bakın dedim, bakın, ben bu dünyaya yer kaplamak için geldim. bana iyi bakın. dünyada başka böyle bir insan yok. bu kadar itilmiş, elinde hiçbir şeyi olmayan, çaresiz bir insan yok. yok. bağırdım çağırdım.ağlıyordum. lan dedim, siz kazandınız.
matmazel, seyrekte olsa, sizi bu dünya gözlerimle görmek benim için büyük bir şerefti.

kaybettim. silahı ağzımın içine soktum ve sonrası olmadı.

kara kedi

İsrafil'in Melodisi

bir demet su damlacığı
çarkın üstündeki yıldızlar
gecenin aydınlığında
gündüz daha karanlık
israfil'in melodisi arka planda
çalmak alacakaranlığı
Anaların kucağında

suyun yalnızlığı
ya da ne derseniz
su sahipsiz mi?
su kimsesiz değil
sen de değilsin
ama,yine de sessiz olalım

israfil'in melodisi arka planda

santo

Çığlık

Evet hayır sormalıyım ne olursa olsun aklımdaki sorular cevaplanmalı bu mümkün mü belki ama niye şimdi tam dengeyi kurduk demişken aaaaaaaaaaah çıldırıyorum galiba sorular beynimi kurcalıyor yeter susun sessizlik işte bu huzur mutluluk mu hayır yalnızlık kesinlikle bordo aaaaaaaaaaaaah yeter işkence büyük gözleri bilimiyorum renkler karman çorman saatim tik tak gözler arıyor hayallerim yok öleceğim galiba erken Dante' nin yaşından da hayli erken umut paha biçemiyorlar unut beceremiyorlar gönüller kapalı iş çıkışı saati seyyar satıcılar aaaaaaaaaah neler söylüyorum halbuki evet hayır sebep sen yok değil yanlış cümle dur bulacağım şimdi sesini yok resmini hayır anını böyle olmayacak alıyorum baştan baştan b...

Merhaba adım... boş verin adımı eğer kan bordoluğunu biliyor ise adımı biliyordur. Hayatımda neler oldu bilmiyorum. Hafıza kaybı yaşamadım sadece anlam veremiyorum olanlara. Her şeyi siz bulmalısınız bence, ben bulamadım. Size anlatacağım şeyleri de bu gümrük defterinde okudum. Ama kısa ama uzun, biraz öykü biraz rüya.

İlki umudun öyküsü olması gerekirken ölümün rüyası oldu. Bir sirk varmış ve ben orada çalışıyormuşum. Aslanlar da varmış emrim altında. Hele bir yavru aslan var ki can ciğer kuzu sarmam. Rüyanın ilerleyen saniyelerinde çemberin içinden atlarken iyice büyüyor bu aslan. Ne olduğu belirsiz bir mahlûkata doğru emin adımlarla yürüyor. Pençelerinde can veriyorum sonunda. Kanlar fışkırıyor damarlarımdan.

Ormandayım ben küçücük bir çocukken hem de. Annemler ve dedemlerle piknikteyiz. Beni odun toplamaya gönderiyorlar. Çok küçüğüm daha. Hain çalılar ben yokken öldürüyorlar onları. Üzerime üzerime geliyorlar şimdi. Annnneeeeeeee annneeee...

Maalesef görüntü yok bunda sadece ses var. Duyabiliyorum bir peri kızı şarkı söylüyor sadece benim kulaklarıma. Mest oluyorum onun sesine ve mırıldanışına. Yelken açabilirim onun peşinden bilinmez kıyılara. AaaaaaaaA...

Deniz kenarında kumsalda değilim bu defa. Kayalıkların yanında ölümüne atlamak için bekleyen bir mal gibi dikiliyorum. Hangi mal atlamak için bekler ki yada hangi mal kayalıklarda bir sonraki an atlayacakmış gibi bekleyen birinin gerçekten atlayacağına inanır ki. Herkes bilmeli atlamak için bekleyen biri asla atlamaz. Tüm bunları düşündükten sonra atlıyorum kayalıklardan. Uyandığımda bir kumsaldayım elimde bir istiridye içinde de incisi.

Hastanedeyim ben ama yok hasta değilim ben. Ortalarda yok ama biliyorum dışarıda olduğunu. Oralarda bir yerlerde bende üzülüyorum haliyle. Karım sonuçta. Çocuğumuzun olmaması onun suçu değil ki hem. İkna etmek için onu bir arkadaşımla plan hazırlıyorum. Daha doğrusu bir bilbord. Tüp bebek hakkında. Arkadaşım tam onu yanına giderken durdurup altında son bir şeyler ekliyorum. Biliyorum mantıksız ama: Ne gülüyorsun.

Bizim mahalledeyiz. Yokuşun aşağısında sağa doğru kıvrılan bir yer var. Her nedense bizim evin oradan her yer görünüyor da bir kıvrımın olduğu yerde bakkalın önündeki dondurma reklamlarının olduğu kartonun arkası görünmüyor. Annem evde azarlıyor beni. "Sakın kartonun arkasına girme." Sokakta arkadaşlarla futbol oynuyoruz biri mızıkçılık yapıyor faul olmadığı halde faul diyor. Sinirleniyorum haliyle buna. Nerden bulduysam artık bir ip buluyorum ve geçiyorum boğazından. Bir tekmede dizlerine vurdum mu düşüyor yere. Sürüye sürüye kartonun arkasına kadar götürüyorum onu. Tam kartonun arkasına geldiğimiz anda yol boyunca biriken sürtünme kuvvetinin etkisiyle kafası patlıyor çocuğun. Evdeyim. Annem yine azalıyor beni. "Sakın bir daha kartonun arkasında arkadaşlarının kafasını patlatma."

Düşüyorum. Uyurken yatağa düşmüş gibi hissetmem nedeniyle uyanmama neden olan his içimde olduğu halde düşüyorum. Ne zaman başladı, ne zaman bitecek haberim yok. Tek bildiğim düşüyor olduğum. Bilmem nerenin merkezine giden bir yarığın içindeyim, galiba. Sanırım. Etrafıma baktığımda hiçbir duvar vari şey göremiyorum. Tek gördüğüm benimle birlikte düşen sayısız insan. Belki rüyanın yılları gerçeğin saniyeleri boyunca düşüyorum. Birden gözüme bir yaprak ilişiyor. Dalı nerde, kökü nerde, kaç hayattan geçmiş bilinmez bir yaprak görüyorum. Düşmemek, onunla kalmak adına ona tutunmaya karar veriyorum. Yanıma kadar geliyor da tam tutunacağım sırada kaçıyor benden. Ne kadar safım. Düşüyorum. Tek bildiğim bir yapraktan medet umduğum.

Okumak isteyip de okuyamamaktan biliyorum. Yanımda kim var biliyor musunuz? C. Yanlış duymadınız külâhlarınıza inanın. Milletten tarifini aldığım gibi değil hiç. Aksine olabildiğine konuşkan, atik ve canlı. Yürüyor muyduk? Pek anımsamıyorum. Ha bire anlatıyor C. bende dinliyorum ama Baker caddesi buram buram ekmek kokuyor. Hangi köpeği görsem aklıma Ruhi-Fuzuli atışması geliyor. Martıların ismi de Jonathan. Yolda hiç domuz göremiyorum ama görsem kesin... Ne olduğunu anlamıyorum sadece yoldaki her şeyin bir edebi eserden çıktığını biliyorum. Tıpkı C. gibi. Tam bu noktada rüyada olduğumun farkına varıyorum. Bunu kullanmak için elimden geleni yapmaya karar veriyorum. Sırtıma saplanan hançerin acısıyla dönüyorum arkamı. Sende mi C.?

Renksiz zamanlara geri döndüğümü sanıyorum çünkü etrafta görülmeye değer renk yok. Sonrasında bir karanlık beliriyor hiçliğin göbeğinde. Onun deliğinden beyaz fışkırıyor. Uzun bir süre iki renkle idare ediyorum. Daha sonra bir bordo göyüyorum varlığı tüm renklerden daha gerçek. Onun ardından daha hakiki bir renk gelecek biliyorum ama yine de önce bordoyu bilmem gerektiğinin farkındayım. Üç renkte biri görüyorum, bordoda üçünü görüyorum dördüncü rengin farkındayım. Sadece üç rengi biliyorum: Bordoyu, beyazı, siyahı.

Benim ama rüyada bizim odamızdayız. Eski yatağımın orada bir şeyler seçiyoruz. Ne olduğunu bilmiyorum. Ellerini yatağa dayamış seçerken bende gelip ellerimi ellerinin üstüne koyuyorum. Saatler boyu aynı şekilde bir şeyler seçmeye devam ediyoruz.

Merdivenlerden çıkıyorum sessizce ama yanımdakiler uslu durmuyorlar. Ha bire birbirlerinin omuzuna vurup şakalaşıyorlar ben katılmıyorum onlara. Önümden geçen bu insanların -ırkçılık yapmamak adına isim vermeyeceğim- da önünde biri yürüyor. Ne garip ki liderleri filan da değil. Neden bilmem sevemiyorum onları. Çevremdeki sesler bir an için kesilince arkadan yaklaşan birinin ayak seslerini duyuyorum. Elindeki bıçağı görür görmez anlıyorum lider olmayanı öldürmeye gideceğini. Bir hamlede bıçaklıyı duvara ittirip diğerini yere düşürüyorum. Irktaşları hemen yerden kaldırıp götürüyorlar. Alçaklar bu sefer kollarımdan tutuyorlar benim. Uyanamıyorum. Bıçağını sol diz kapağıma saplıyor bıçaklı.

Binler arkadaşla birlikte yüzüyoruz bir denizde. Her birimiz serseri mayınlar, çarpa çarpa ilerleyemiyoruz. Denizin suyu da ne mavi ne yeşil ne beyaz acayip bir renk. Bir vakit bu halde devam ettikten sonra denizden baloncuklar çıkmaya başlıyor. Bazı arkadaşları göklere çıkardıktan sonra saniyesinde dibi boylatıyor. Sıcaklık dayanılmaz bir raddede kendimi haşlanıyormuş gibi hissetmeye başlıyorum. Beceriksizler demek geliyor içimden. Ne kadar daha devam edecek bilmiyorum ama sonumuz hayra alamet değil. En sonunda tünelin sonunda ışık görünüyor yavaşça akıyoruz ona. İnce bele dökülürken çıkardığımız ses mest ediyor dinleyenleri. Tam ben düşerken delikli bir metal geliyor ve bizleri süzüyor. Uzaktan bardağa bakıyorum açık renkli bir sıvı duruyor içinde. Bağırmak istiyorum: Demsiz çay mı olur lan! Peh, demsiz çaymış. Ne kadar da anlamsız. İnce belde demsiz çay.

Bak bu seferki biraz fantastik. Ben on kişi olmalarını istiyorum çünkü on güzel bir sayı. Hem okunuşu rahat hem de yuvarlanmıyor. Bunların üzerinde sarı renkli kıyafetler var boydan boya. Birde yüzlerinde kırmızı renk var ve sürekli şekli değişiyor bu kırmızıların şekli. Bir köprünün üstünde akrobatik hareketler yapıyorlar. Biri Santa Claus oluyor beşi araba dördü de geyik. Okyanusların üstünden uzaklara gidiyorlar ben külüstür bir gemiyle arkalarından. Ölüyorum yine.

Bir salonda oturuyorum çekyatın üzerinde. Karşımda kırk-kırk beş yaşlarında gösteren ama aslında otuz beş yaş civarında olan bir adam oturuyor. Hayli uzun boylu. -Bilmem kaç kişinin hakkını gasp etmiştir bu boya ulaşmak için.- Çekyata yan oturmuşum sağ kolumu da çekyatın üzerinden atmışım. Karşımda da uzun boylu adam oturuyor. Halının üstünde iki üç çocuk oynuyor iki üç yaşlarında. Gel sen bunlara bak diyor. Hafif bir sırıtışla miniklerin aklını bulandırmaya hiç gerek yok diyorum. Beni öldüremeden kaçıyorum rüyadan. İşte böyledir intikamım rüyalardan.

Yağmur yağıyor mezarım başında. Göz yaşlarıyla beraber düşüyor toprağa damlalar. Elinde siyah şemsiyesiyle bir adam yağmurdan korumaya çalışıyor onu. Ayrılmak istemiyor mezarımın başından. Biliyorum beni se... Bu bir rüya değil, yanlış oldu.


Önce karanlık vardı saf katıksız karanlık. Sonrasında da karanlık vardı. Ama en sonunda uyandım. Ama yine de karanlık vardı biliyorum çünkü ondan öncede vardım.

vangelo

Döngü


bilmiyorum
israf mıydı boğaziçi köprüsünün gece ışıklandırması
istanbulu çekici kılan
boğazı mıydı?
dikkatleri celbeden bi kızın berbat kahkahası da olabilir pek tabi
pek bi tabii olan anadolu kavağı da
belki üsküdardır
yahut
şu çay ve bi arşın uzaktaki kültablası
kız kulesi ile arkasındaki koyuluk

ben bunları bilmem sayın okuyucu
bu saatte ben, bilirim ki, beni uyanık tutan
bu uykusu kaldırımlarından akan semtte ben uyanıksam
birileri tavla oynuyordur
birileri eşantiyon bi deftere şiir yazıyordur
ben bu saatte burada
eşantiyon bi deftere şiir yazıyorsam
birileri uyanıktır
birileri şiir yazıyor ve birileri uyanık kalıyorsa
birileri bombalanıyordur
bomba
BOM
ve filistin ve suriye ve mısır ve kınama
sanırım böyle olacak ehli mazlumun kurtuluşu
sanırım böyle olacak israilin kuruluşu
bomba
BOM
bok
bak yine geldik bu konulara

kirve