Evet hayır sormalıyım ne olursa olsun aklımdaki sorular
cevaplanmalı bu mümkün mü belki ama niye şimdi tam dengeyi kurduk demişken
aaaaaaaaaaah çıldırıyorum galiba sorular beynimi kurcalıyor yeter susun
sessizlik işte bu huzur mutluluk mu hayır yalnızlık kesinlikle bordo aaaaaaaaaaaaah
yeter işkence büyük gözleri bilimiyorum renkler karman çorman saatim tik tak
gözler arıyor hayallerim yok öleceğim galiba erken Dante' nin yaşından da hayli
erken umut paha biçemiyorlar unut beceremiyorlar gönüller kapalı iş çıkışı
saati seyyar satıcılar aaaaaaaaaah neler söylüyorum halbuki evet hayır sebep
sen yok değil yanlış cümle dur bulacağım şimdi sesini yok resmini hayır anını
böyle olmayacak alıyorum baştan baştan b...
Merhaba adım... boş verin adımı eğer kan bordoluğunu biliyor
ise adımı biliyordur. Hayatımda neler oldu bilmiyorum. Hafıza kaybı yaşamadım
sadece anlam veremiyorum olanlara. Her şeyi siz bulmalısınız bence, ben
bulamadım. Size anlatacağım şeyleri de bu gümrük defterinde okudum. Ama kısa
ama uzun, biraz öykü biraz rüya.
İlki umudun öyküsü olması gerekirken ölümün rüyası oldu. Bir
sirk varmış ve ben orada çalışıyormuşum. Aslanlar da varmış emrim altında. Hele
bir yavru aslan var ki can ciğer kuzu sarmam. Rüyanın ilerleyen saniyelerinde
çemberin içinden atlarken iyice büyüyor bu aslan. Ne olduğu belirsiz bir
mahlûkata doğru emin adımlarla yürüyor. Pençelerinde can veriyorum sonunda.
Kanlar fışkırıyor damarlarımdan.
Ormandayım ben küçücük bir çocukken hem de. Annemler ve
dedemlerle piknikteyiz. Beni odun toplamaya gönderiyorlar. Çok küçüğüm daha.
Hain çalılar ben yokken öldürüyorlar onları. Üzerime üzerime geliyorlar şimdi.
Annnneeeeeeee annneeee...
Maalesef görüntü yok bunda sadece ses var. Duyabiliyorum bir
peri kızı şarkı söylüyor sadece benim kulaklarıma. Mest oluyorum onun sesine ve
mırıldanışına. Yelken açabilirim onun peşinden bilinmez kıyılara. AaaaaaaaA...
Deniz kenarında kumsalda değilim bu defa. Kayalıkların
yanında ölümüne atlamak için bekleyen bir mal gibi dikiliyorum. Hangi mal
atlamak için bekler ki yada hangi mal kayalıklarda bir sonraki an atlayacakmış
gibi bekleyen birinin gerçekten atlayacağına inanır ki. Herkes bilmeli atlamak
için bekleyen biri asla atlamaz. Tüm bunları düşündükten sonra atlıyorum
kayalıklardan. Uyandığımda bir kumsaldayım elimde bir istiridye içinde de
incisi.
Hastanedeyim ben ama yok hasta değilim ben. Ortalarda yok
ama biliyorum dışarıda olduğunu. Oralarda bir yerlerde bende üzülüyorum
haliyle. Karım sonuçta. Çocuğumuzun olmaması onun suçu değil ki hem. İkna etmek
için onu bir arkadaşımla plan hazırlıyorum. Daha doğrusu bir bilbord. Tüp bebek
hakkında. Arkadaşım tam onu yanına giderken durdurup altında son bir şeyler
ekliyorum. Biliyorum mantıksız ama: Ne gülüyorsun.
Bizim mahalledeyiz. Yokuşun aşağısında sağa doğru kıvrılan
bir yer var. Her nedense bizim evin oradan her yer görünüyor da bir kıvrımın
olduğu yerde bakkalın önündeki dondurma reklamlarının olduğu kartonun arkası
görünmüyor. Annem evde azarlıyor beni. "Sakın kartonun arkasına
girme." Sokakta arkadaşlarla futbol oynuyoruz biri mızıkçılık yapıyor faul
olmadığı halde faul diyor. Sinirleniyorum haliyle buna. Nerden bulduysam artık
bir ip buluyorum ve geçiyorum boğazından. Bir tekmede dizlerine vurdum mu
düşüyor yere. Sürüye sürüye kartonun arkasına kadar götürüyorum onu. Tam
kartonun arkasına geldiğimiz anda yol boyunca biriken sürtünme kuvvetinin
etkisiyle kafası patlıyor çocuğun. Evdeyim. Annem yine azalıyor beni.
"Sakın bir daha kartonun arkasında arkadaşlarının kafasını patlatma."
Düşüyorum. Uyurken yatağa düşmüş gibi hissetmem nedeniyle
uyanmama neden olan his içimde olduğu halde düşüyorum. Ne zaman başladı, ne
zaman bitecek haberim yok. Tek bildiğim düşüyor olduğum. Bilmem nerenin
merkezine giden bir yarığın içindeyim, galiba. Sanırım. Etrafıma baktığımda
hiçbir duvar vari şey göremiyorum. Tek gördüğüm benimle birlikte düşen sayısız
insan. Belki rüyanın yılları gerçeğin saniyeleri boyunca düşüyorum. Birden
gözüme bir yaprak ilişiyor. Dalı nerde, kökü nerde, kaç hayattan geçmiş bilinmez
bir yaprak görüyorum. Düşmemek, onunla kalmak adına ona tutunmaya karar
veriyorum. Yanıma kadar geliyor da tam tutunacağım sırada kaçıyor benden. Ne
kadar safım. Düşüyorum. Tek bildiğim bir yapraktan medet umduğum.
Okumak isteyip de okuyamamaktan biliyorum. Yanımda kim var
biliyor musunuz? C. Yanlış duymadınız külâhlarınıza inanın. Milletten tarifini
aldığım gibi değil hiç. Aksine olabildiğine konuşkan, atik ve canlı. Yürüyor
muyduk? Pek anımsamıyorum. Ha bire anlatıyor C. bende dinliyorum ama Baker caddesi
buram buram ekmek kokuyor. Hangi köpeği görsem aklıma Ruhi-Fuzuli atışması
geliyor. Martıların ismi de Jonathan. Yolda hiç domuz göremiyorum ama görsem
kesin... Ne olduğunu anlamıyorum sadece yoldaki her şeyin bir edebi eserden
çıktığını biliyorum. Tıpkı C. gibi. Tam bu noktada rüyada olduğumun farkına
varıyorum. Bunu kullanmak için elimden geleni yapmaya karar veriyorum. Sırtıma
saplanan hançerin acısıyla dönüyorum arkamı. Sende mi C.?
Renksiz zamanlara geri döndüğümü sanıyorum çünkü etrafta
görülmeye değer renk yok. Sonrasında bir karanlık beliriyor hiçliğin göbeğinde.
Onun deliğinden beyaz fışkırıyor. Uzun bir süre iki renkle idare ediyorum. Daha
sonra bir bordo göyüyorum varlığı tüm renklerden daha gerçek. Onun ardından
daha hakiki bir renk gelecek biliyorum ama yine de önce bordoyu bilmem
gerektiğinin farkındayım. Üç renkte biri görüyorum, bordoda üçünü görüyorum
dördüncü rengin farkındayım. Sadece üç rengi biliyorum: Bordoyu, beyazı,
siyahı.
Benim ama rüyada bizim odamızdayız. Eski yatağımın orada bir
şeyler seçiyoruz. Ne olduğunu bilmiyorum. Ellerini yatağa dayamış seçerken
bende gelip ellerimi ellerinin üstüne koyuyorum. Saatler boyu aynı şekilde bir
şeyler seçmeye devam ediyoruz.
Merdivenlerden çıkıyorum sessizce ama yanımdakiler uslu
durmuyorlar. Ha bire birbirlerinin omuzuna vurup şakalaşıyorlar ben
katılmıyorum onlara. Önümden geçen bu insanların -ırkçılık yapmamak adına isim
vermeyeceğim- da önünde biri yürüyor. Ne garip ki liderleri filan da değil.
Neden bilmem sevemiyorum onları. Çevremdeki sesler bir an için kesilince
arkadan yaklaşan birinin ayak seslerini duyuyorum. Elindeki bıçağı görür görmez
anlıyorum lider olmayanı öldürmeye gideceğini. Bir hamlede bıçaklıyı duvara
ittirip diğerini yere düşürüyorum. Irktaşları hemen yerden kaldırıp
götürüyorlar. Alçaklar bu sefer kollarımdan tutuyorlar benim. Uyanamıyorum.
Bıçağını sol diz kapağıma saplıyor bıçaklı.
Binler arkadaşla birlikte yüzüyoruz bir denizde. Her birimiz
serseri mayınlar, çarpa çarpa ilerleyemiyoruz. Denizin suyu da ne mavi ne yeşil
ne beyaz acayip bir renk. Bir vakit bu halde devam ettikten sonra denizden
baloncuklar çıkmaya başlıyor. Bazı arkadaşları göklere çıkardıktan sonra
saniyesinde dibi boylatıyor. Sıcaklık dayanılmaz bir raddede kendimi
haşlanıyormuş gibi hissetmeye başlıyorum. Beceriksizler demek geliyor içimden.
Ne kadar daha devam edecek bilmiyorum ama sonumuz hayra alamet değil. En
sonunda tünelin sonunda ışık görünüyor yavaşça akıyoruz ona. İnce bele
dökülürken çıkardığımız ses mest ediyor dinleyenleri. Tam ben düşerken delikli
bir metal geliyor ve bizleri süzüyor. Uzaktan bardağa bakıyorum açık renkli bir
sıvı duruyor içinde. Bağırmak istiyorum: Demsiz çay mı olur lan! Peh, demsiz
çaymış. Ne kadar da anlamsız. İnce belde demsiz çay.
Bak bu seferki biraz fantastik. Ben on kişi olmalarını
istiyorum çünkü on güzel bir sayı. Hem okunuşu rahat hem de yuvarlanmıyor.
Bunların üzerinde sarı renkli kıyafetler var boydan boya. Birde yüzlerinde
kırmızı renk var ve sürekli şekli değişiyor bu kırmızıların şekli. Bir köprünün
üstünde akrobatik hareketler yapıyorlar. Biri Santa Claus oluyor beşi araba
dördü de geyik. Okyanusların üstünden uzaklara gidiyorlar ben külüstür bir
gemiyle arkalarından. Ölüyorum yine.
Bir salonda oturuyorum çekyatın üzerinde. Karşımda kırk-kırk
beş yaşlarında gösteren ama aslında otuz beş yaş civarında olan bir adam
oturuyor. Hayli uzun boylu. -Bilmem kaç kişinin hakkını gasp etmiştir bu boya
ulaşmak için.- Çekyata yan oturmuşum sağ kolumu da çekyatın üzerinden atmışım.
Karşımda da uzun boylu adam oturuyor. Halının üstünde iki üç çocuk oynuyor iki
üç yaşlarında. Gel sen bunlara bak diyor. Hafif bir sırıtışla miniklerin aklını
bulandırmaya hiç gerek yok diyorum. Beni öldüremeden kaçıyorum rüyadan. İşte
böyledir intikamım rüyalardan.
Yağmur yağıyor mezarım başında. Göz yaşlarıyla beraber
düşüyor toprağa damlalar. Elinde siyah şemsiyesiyle bir adam yağmurdan korumaya
çalışıyor onu. Ayrılmak istemiyor mezarımın başından. Biliyorum beni se... Bu
bir rüya değil, yanlış oldu.
Önce karanlık vardı saf katıksız karanlık. Sonrasında da
karanlık vardı. Ama en sonunda uyandım. Ama yine de karanlık vardı biliyorum
çünkü ondan öncede vardım.
vangelo