21 Eylül 2014 Pazar

Kum Gibi

ismim berk. berk yıldız. benim gibi bir insan için fazla lüks bir isim. istanbul'da bir gecekonduda doğdum. orada büyüdüm. orada yaşıyorum.
bahtımın hep kapalı oluşuna sebep neydi? yaşamak, başkaları kadar benimde hakkım değil miydi?

bunları düşünüyordum. tek başıma oturmuş, sigaramdan nefes alıp bu mükemmel manzarayı izlerken. objektifimden size yansıtıyorum bu manzarayı iyi dinleyin.

kavga ediyorlardı. bayılıyordum onların kavga etmesine. düşmanımın düşmanıyla düşmandım. bu, ilkokulda öğretilenlere biraz ters bir durumdu. genelde düşmanının düşmanıyla dost olurdu insanlar. neyse. birbirlerine yumruklar sallıyorlar ve ben zevkten dört köşe oluyordum. benim onlara olan düşmanlığımdan habersizlerdi henüz. evet üçümüzde aynı kızı seviyorduk. ama benden üçününde haberi yoktu. hatta benden kimsenin haberi yoktu. kendimi değersiz hissediyordum. doğada çok bulunan maddeler gibi. kum gibi.
sokakta gördüğüm birinin karşısına geçip bildiğim tüm küfürleri etsem cevap vermezdi sanki. sanırım dünyaya yer kaplamaya gelmiştim.

ama bu kıza gönlümü kaptırmıştım bir kere. onu görünce güzel şarkı sözlerini hatırlıyordum, güzel şiirleri. şiir bile yazyordum ona. bütün harfler, heceler, kelimeler benim lügatımdaki her şey onun için var olmuştular.

ayrıldılar. birileri gelip manzaramın içine etmişti. güzel manzaramın.ayrılmalarına rağmen hala birbirlerine küfür yağdırıyorlardı. sert çocuklardı vesselam.

sonra onu gördüm. başı dik, parmak uçlarında, özgüveni yüksek bir biçimde yürüyordu. gözlerimi ondan alamıyordum. Keşke bir kedi olabilseydim. evinde beslediği, sevdiği, yanyana uyuduğu bir kedi. neden bir kedi olamiyordum tanrım?
ismini bilmiyordum henüz. gerekte yoktu aslında. ben ona hitap edecek bir şeyler bulurdum nasılsa. ama artık bir şeyler yapmak gerekiyordu. böyle olmazdı bu işler. onun yanında olmak için bir kedi olamayacağıma göre, bütün olarak, bu halimle ben, bir şeyler yapmalıydım. tatlı tatlı öğüt vermeye başladım kendime. bir anne gibi...

gidecektim, konuşacaktım. ne olabilirdi ki?
yine beklerken onun geçtiği yolda, geçtim karşısına:
-sen dedim, hayatımda gördüğüm en güzel şeysin. gidelim buradan. en baştan başlayıp güzel bir hayat kuralım kendimize. gel benimle.
bir şey söylemedi.
-kılıksızım diye mi gelmeyeceksin?
susuyor susuyor susuyor.
sahne diye buna derlerdi işte. tek söz söylememek, bu adama hitap etmemek... yaman bir sahne idi bu.. arkamı döndüm ve uzaklaştım oradan.gittim gecekonduma. ama  kabullenemedim bu durumu. hep mi kaybedecektim? sıkılmıştım kaybetmekten. açtım dolabı. yıllardır orada duran, babamdan kalan bir silah vardı. ve içinde 7 kurşun.

yapacaktım. kaybetmekten sıkılmıştım artık. gittim düşmanlarımı aldım, götürüyordum. nereye gittiklerini bilmiyorlardı.elimde silah olduğu için karşı hamlede bulunmuyorlardı. ilk defa birileri benden korkmuştu. aldım onları prensesimin yanına gittik. dördümüzdük. dört kişiydik.

bakın dedim, bakın, ben bu dünyaya yer kaplamak için geldim. bana iyi bakın. dünyada başka böyle bir insan yok. bu kadar itilmiş, elinde hiçbir şeyi olmayan, çaresiz bir insan yok. yok. bağırdım çağırdım.ağlıyordum. lan dedim, siz kazandınız.
matmazel, seyrekte olsa, sizi bu dünya gözlerimle görmek benim için büyük bir şerefti.

kaybettim. silahı ağzımın içine soktum ve sonrası olmadı.

kara kedi

2 yorum:

  1. " evet üçümüzde aynı kızı seviyorduk. ama benden üçününde haberi yoktu." ilginç bir tâbir. kişinin kendisinin dahî kendisinden haberinin olmaması durumu. tebrikler ve başarılar..

    YanıtlaSil