17 Haziran 2015 Çarşamba

Misafir

Hiç iki zıt düşünceyi aynı anda barındıran biriyle tanıştınız mı? Ben yıllardır onlardan biriyle evliyim. İnsanların söylediği olağan, aptal saptal şeylere fazlasıyla sinirlenir; ama iş kendine geldi mi herşey değişir. Sorduğu sorulara aynı cevapları almak onu mutlu eder. Hele bir başkası aynı soruyu kenisine sorsun anında deliye döner. Huzuru seven biri olarak kendini tantır gelin görünki daha işler sarpa sarmanın ilk sinyalini adam akıllı veremeden gaza gelip onları daha da batırır. Yaşı otuzu aşmamış olsa ona ergen diyeceğim de, neyse. Şu an da yanımda oturuyor zatı alileri. Evliliğimi sorarsanız mutluyum. Çok muhterem eski kocam hırslarından çatlasınlar. Evet ikinci evliliğim. Ne oldu şaşırdınız mı? Yusufla, eski kocamdan olma dokuz yaşında Cihan isminde bir çocuğumuz, ödenemeyen borçlarımız, akrabalar arasında çatışmamız, ilgi alanlarımızın her daim farklılığı ve daha sayılamayacak zirilyon tane şey var. Kısacası evlenmemizin ardından gelen Malik dışında gittikçe daha sert darbeler yiyen bir yaşantımız var. Ama diyeceğim tek bir şey var hala onu seviyorum çünkü onunla neden evlendiğim gayet de güzel farkındayım. Herkesin sandığı gibi kaşı gözü için değil yüreğinde yatan sebepsiz patlamaları yüzünden sevdim ben bu adamı.

Karım, biricik eşim, neden beni buraya getirmek zorundaydın. Arkadaşlığın muhteşem olsada bazı arkadaşlarınınkiler öyle değil. Böyle pahalı şeyler bize göre değil. Bizi birbirimizden ayıracak üç odanın bizim olmaması sorun değil. Salonda olması gerektiğini düşündükleri şükür ki öyle değil. “Eee, neler yapıyorsunuz bakalım?” Verecekleri cevap gayet belli hatta soracakları soruda öyle. Cevaba eyvallah ama “Sizden ne haber?” nedir arkadaş? Ne diyeyim ben sana şimdi? İş yerime gelen ancak karıma henüz söyleyemediğim icra mektubunu mu haber vereyim yoksa çenesi düşmek bilmeyen akrabalarımın daha zengin bir kayınpeder bulmuş olmam gerektiğini söylediklerini mi? Evimizin oturma odanızdan daha küçük olduğu gerçeğini mi ya da oğluma sizinkiler kadar oyuncağı olmadığı için üzüldüğünde ona diyeceğimi bilemediğimi mi? “Engin kusura bakma ama lavobo ne taraftaydı? Bir gösterebilir misin?” Koridorun sonundaki kapı demek iyi güzel en azından adres tarifinin iyi olduğunu öğrendik. Ulan dallama misafirim ben! Ayağa kalkıp göstersene. Bunu bir kenara yazmam lazım bu adamın çocuklarının ikiside eğer sadece bunu görürlerse aynı bunun gibi birer dallama olacaklar.

Engin inanamıyorum sana. İyi Müjde’nin gelmesi iyi oldu ama bu adam niye geldi? Dünya mıdır Cihan mıdır her ne haltsa işte huyu suyu hık demiş babasının burnundan düşmüş. Bu ne şimdi? Yanımızda durup öfleyip püflüyor. Yan odaya gidip bizimkilerle oynasaya. “Cihan neden içeri geçip Hakanlarla oynamıyorsun?” İlla ben götürüp tanıştıracağım. Babası kılıklı pısırık şey. Heh tamda kendisinden beklediğim gibi neredeyde uyuyacak adam. Gittiğin kenefte güzelce bir düş emi. Yani sorulan soruya “Ne olsun, yuvarlanıp gidiyoruz işte.” Diyebilmek bu kadar mı zor? “Gel canım seni götürüp onlarla tanıştırayım. Bak annende izin veriyor. Değil mi annesi?” Hadi Müjde, şu dengesiz adam tuvaletten dönmeden önce kafanı salla. Sende düş önüme, aferin. İnşallah bizim çocuklar gidene kadar Cihan’ı oyalarlar. Yoksa katlanamam ben bu çocuğa. “Hakan oğlum ne yapıyorsunuz? Oyuncak arabalarını çıkarsana Cihan ile beraber oynarsınız. Kardeşin nerede oda gelsin üçünüz uslu uslu oynayın olur mu? Hadi bakalım.” Amma da sıcak olmuş ayaklarım yanıyor. Şu adam sinirlerimi tepeme çıkarıyor. Haha. Yoksa ayaklarıma mı indiriyor deseydim? Neyse çıkmadan odanın köşesine sıkıştırırım şunları. “Yusuf daha gelmedi mi?” Yuh ne yapıyor bu adam bunca zamandır tuvalette. “Engin siz Müjde ile konuşa durun ben gidip çaya bakıp geleyim o zaman olur mu?” Çay tamam. Tabaklar hazır. Aha da çatallar eksik onları da çıkardım mı tamamdır. Yusuf’un tabağına çatal koymasam mı acaba nasıl olsa anlamaz hanzo? Hahaha… Ah birde Müjde’ye ayıp olmasa.

Sibel’in gittiği iyi olmadı içeriye keşke Yusuf’un gelmesini bekleseydi. Kıskanç adam bu Yusuf bilmiyor mu? Biliyor bilmesine de kızdırıyor işte. Cevabını bildiğin soruları neden sorarsın ki. “Müjde kötü giden birşeyler mi var? Yusuf geldiğinizden beri sinirden mi desem sıkıldığından mı bilmem patlayacak gibiydi. Hayır sadece onunla kalsa iyi gerginliği çocuklara da bulaştı. Küçücük Malik bile nasılda sessizleşti. Cihan desen zavallım sus pus oturuyordu orada. Gördün değil mi?” Neler söyleyeceği gayet belli zavallımın. Yetmiyor işte geçinmelerine hayaller. Nede olsa satılamıyorlar. İcra geldi demek hem de senden gizlemeye mi çalışıyordu. Ağlama be arkadaş. Sormayacaksın biliyorum ama tabiki yardımcı olacağız sana. Boşuna mı arkadaş diyorsun bize. Sibel bu işi sevmeyecek ama sevemezse de sevmesin. İkna ederim onu bir şekilde. Ne de olsa yılların dostluğu var aramızda.

Uf anne ya niye getirdin bu çocuğu yanımıza. Ne güzel kardeşimle beraber bilgisayarla oynayacaktık. Hem oyun iki kişilik hem de ben bu çocukla uğraşmak istemiyorum. Aman neyse biz bilgisayarı açalım da o da yandan izler artık. “Efendim Mert. Annem mi sesleniyor? Tamam, geliyorum anne!” Haksızlık bu haksızlık. Annem rahat etsin diye biz niye acı çekiyoruz ki hem? Onu oyalarsak bize istediğimiz oyunu mu alacaksın. “Tamam, anlaştık o zaman.” Şimdi bunu gidip Mert’e söylemek lazım. “Anladın mı sessizce oyna. Annem istediğimiz oyunu alacak sonra.” Bu poşette amma ağırmış be. Ne ara bu kadar ağır oldu bu? Şimdi bakalım kaç tane araba var. Yedi tane demek. Eh iyi o zaman. “Enes bak bu kırmızı arabayla sen oyna. Mert bunlarda senin. Şimdi oyunun kurallarını açıklıyorum: halının kenarlarındaki çizgiler yolların sınırları biz de arabalarımızla o yollarda gideceğiz. Anladınız mı?”

Ama abi niye böyle yapıyorsun. Kendine dört tane aldın bana iki tane bıraktın. Şu çocuğa bile bir tane verdin. Bari ona vermeyip bana verseydin yada seninkilerden birini verseydin. Bana ne, bana ne. Ben bir tane daha araba istiyorum.”Sarı arabayı da bana ver.” Annem Cihan’ı oyalarsak oyunu cidden alacak mı? Tamam o zaman sarı araba sende kalabilir. “Görürsünüz yolların en hızlıları benim arabalarım olacak.” Hınnnnnnnn. Haksızlık bu. Abim arabalarını dinlendirerek yarışıyor olmaz ki böyle. Olsun yine de geçeceğim onu.

Kırmızı arabam. Ne kadar güzel ve küçük, şirin. Yollar onların olsun. Hem ben o yollarda gitmek istemiyorum ki. Mesela karşımdaki üçlü sıradağın eteklerinden aşağıdaki sapsarı buğday tarlarına bakıp dağın öte tarafındaki yeşilliğe babamlarla pikniğe gitmek istiyorum. Keşke bir iki tane daha arabam olsaydı. Birini annem diğerini babam bunu da ben kullanırdım. Böylece yanımızda daha çok arkadaş, yiyecek, hamak ve top götürebilirdik. Ama ne yazık ki sadece bir tane var. “Efendim baba. Arabamla pikniğe gitmek için hazırlık yapıyorum. İstersen yanıma gel otur sende oyna.”  Babam zeki adam. O kadar arakadaş ile gidip gölde yüzmemek olmaz tabi ki. Anneme söylerim mayolarımızı unutmaz. “Ama baba arkadaşlarım için fazla yer yok. Yani nasıl gelecekler ki. Arabayı sen kullansan annem yanına otursa arkaya piknik malzemeleri ve benimle birlikte sadece bir arkadaşım sığabilir. Keşke iki tane daha arabam olsaydı. Birini annem diğerini sen bunu da ben kullanırdım.” Gerçekten de başka arabamızın omaması üzücü. Olsaydı Engin amcalarda bizimle gelirdi hem. “Ama baba o elindekiler araba değil ki? Terlik onlar. Terlikten araba mı olur?” Anladım. Ben otomobili sizde kamyonetleri kullanacaksınız böylece çok çok çok daha fazla arkadaş ve malzemeyi pikniğe götürebileceğiz. “Baba, kulağını biraz daha yakınlaştırır mısın?” Sen daha fazla öpülmeyi hak ediyorsun babam.

Sen daha fazla öpülmeyi hak ediyordun be babam!

vangelo