Belki on saat geçmişti üstünden. Babası gitmişti, oğlum
torbada ekmek var arasına üzümü kor yirsin, demişti gitmeden. Giderken bile
karnını doyurmuştu oğlunun. Babalar karnımızı doyurmak için mi vardı bu
dünyada? Çarşı'ya kadar inip gelirim, çok uzun sürmez demişti bir de. Çok uzun
sürmez lafzından ne anlamalıydı ki. Hiç de sevmezdi göreceli cümleleri. Sonra
düşündü, demek ki on saat uzun bir süre değildi.
Babası göründü az ileriden. Elinde iki torba vardı. Ekmek
arası üzümü oğlunun çok sevdiğini bildiği halde kıyamamış yemek getirmişti
besbelli. Babalar gerçekten karnımızı doyurmak için mi vardı dünyada? Oğlunu
gördüğünde yüzünde beliren tebessüm bambaşka bir tebessümdü babanın. O koskoca
yiğit, yağız delikanlı, otorite gestaposu baba oğlunu gördü mü tebessüm ederdi,
Peygamberin tebessüm etmek sadakadır deyişini işitir gibi. Oysa peygamber
sadece oğlunuzu gördüğünüzde tebessüm ediniz dememişti.
Anasının yaptığı tarhana ile kabak tatlısı getirmişti
babası. ana yemek daha olmamıştı demek ki. yoksa neden getirmesindi. Hem anne
oğlundan esirger miydi yemeği. Sadece kendisi olsa yemek yaparmıydı bir anne
çeşit çeşit. Doymaz mıydı tek başına sahanda yumurtayla. Doyardı, doymaz olur
mu. Ama evlat işin içine girdi mi
güneşin aydınlığı karanlığa terki gibi renk değiştirirdi durum.
Büyük başlar yemeğe önce. adettendir. Afiyetle yediler
yemeklerini. Baba, oğluna baktı. Bir daha tebessüm etti oğlunun yemek yiyişini
izlerken. Tebessüm sadakaydı.
santo