6 Ocak 2015 Salı

Ne Yazıyorum La’ Ben?

Siz hiç kafanız yerinde değilken bi’şeyler yazmayı denediniz mi? Aklınıza o kadar çok şey geliyor ki hepsini bir metne nasıl sığdıracaksınız bilmiyorsunuz. Onu başka bir öyküye, bunu başka bir şiire… Sonuçta hepsi birbirine giriyor. Bunu yazalı çok uzun zaman oldu aslında. Bu cümleyi bilerek kurdum çünkü yazalı gerçekten çok uzun zaman oldu, aslında bunu ortaya çıkartırken bunu yazalı çok uzun zaman olmuş olacak. O zaman bunu yazarken, yazdıktan çok uzun zaman sonra ortaya çıkarma kararı aldım yani alıyorum. Şimdi bunu ortaya çıkarma zamanı çünkü o zaman böyle bi' karar almışım, alıyorum neyse artık. Şimdi bunu ortaya çıkarıyorum çünkü ne demişti Ercüment Çözer: “Geçmişine saygısı olmayanın kendine de saygısı olmaz.”

Ercüment  Çözer’in hayatta en çok değer verdiği şey saygıydı. Bunun için insanlar öldürüyor hatta sırf bunun için, utanmadan, Behzat’ın hayatını karartıyordu.

Neşet Ertaş çalıyor şuan, yani aslında bunu yazarken çalıyor. Yani hem şuan hem de bunu yazarken çalıyor. Zaman değişik bir kavram. Çok değişik. Sürekli akıyor. Çok yavaş akıyor olmasına rağmen biz önceki yılları daha dünmüş gibi hatırlayıp yad ediyoruz. Babam ellili yaşlara dayandı ama benimle konuşurken gençlik yıllarını nasıl hatırladığını çok iyi anlıyorum artık. Artık benim de geçmişim de çok özlediğim zamanlar var, çok şey birikti hafzalamda. Babam benimle konuşurken, benim yaşımda olduğu çağlarını daha dünmüş gibi hatırlıyor. İçinden diyor ki: “Ne çabuk geçti bu kadar zaman? Ben ne ara evlendim ve benim ne ara bu kadar büyük, eşşek kadar bi’ oğlum oldu.” İnsanın bi’ oğlunun olması nasıl bir duygu acaba? Benim bu çağlarda bir oğlum olsa nasıl hissederim acaba? Bana neredeyse her cümlesinde yalan söylediğini bildiğim halde ona inanacağım bir oğlum olduğunda nasıl hissettirecek hayat bana? Garip. Heh, sorunun cevabı garip değil, bu durum garip. Sigaramı yakarken az önce yıkadığım suratımdaki sakalların ıslaklığını hissediyorum. Daha dün benim sakalım yoktu şimdi var. Bugün benim oğlum yok fakat hemen yarın olacak.
Dünyanın en gamsız insanı kim acaba? En zengin olan mı en fakir olan mı? Ya da herhangi biri işte. Bütün mesele sevdiğin insanları mutlu etmekte. En umursamaz olanın bile mutlu etmek istediği biri yahut birileri vardır, inkar etmesin. Benim uzun vadede en çok kafama taktığım insan babam, anlamışsınızdır.

Bunu ‘kirve’ şahsı olarak yazıyorum yahut yazmıyorum onunla ilgilenmeyin. –Sanki ilgileniyorsunuz anasını satayım ya- Bunu yazıyorum işte, yazma isteği işte.

Arkadaşlarımdan söz açmak istiyorum, hayır istemiyorum. Neşet Ertaş iyi. Arkadaşlarım bana bu dünyayı tanıttılar. Mesela beni Behzat Ç. izletmeye onlar başlattılar. “Yazımı kışa çevirdin / Kar yağdırdın başa leylam / Viran oldu evim yurdum / Ne söylesem boşa leylam” Arkadaş diyordum, işte bu dizeleri de Neşet Ertaş’tan dinlememe onlar sebep oldular. Daha ne olsun ki?

Bir konu daha var değinmek istediğim. Bilmek konusu. Bazı şeyleri tahmin ederiz. Biliyormuş gibi eminizdir onlardan. Onların gerçek olduğunu bildiğimizde çok farklı şeyler yaşarız, hissederiz. Bilmek üzer insanı. Sigaranın biteceğini elbet biliriz ama gecenin ortasında bittiğinde ve biz içecek sigara bulamadığımızda üzülürüz. Halbuki aslında o paketin biteceğini biliyoruzdur. Bunu bilirken herhangi bir sıkıntımız yoktur ama bitmiş olduğunu öğrendiğimizde sıkıntı yaşarız. Çok sevdiğimiz insanların öleceğine eminizdir ama o insanlar öldüğünde o insanların ölmüş olduğunu biliriz ve gerçekten dünya çok kötü bir yermiş gibi hissederiz. Şimdi bana, dünya zaten kötü bir yer, demeyin. Bırakın bunları. Daha önce ölmeyen kimse dünya kötü bir yer demesin. Dünya sadece böyle bir yer. İyi ve ya kötü değil. Bazen iyi bazen kötü.


Bir de sayın okuyan, sen bunu okurken ben ne yapıyor olacağım acaba?

Kirve

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder